Cuma, Şubat 15

Pazartesi, Şubat 11

of of of

kocaman bir dağın altında kalmış tavşan misali bugün en derinden isyan halindeyim. herşey aynı anda önce kafama üşüştü ... kelimeler ağırlaştı çekiç gibi her harf tak tak diye tam beynimin ortasına yumruk atmaya başladı sonra sonra tabikiii orda kalmak yetmedi onlara bir de içime içime saplanmalar başladı ... şu anda da yılmışlığın dibindeyim. oy oy oy ....

Cuma, Şubat 8

Kendime Şimşekten Toka Yaparım

Bu kış çok hırçın geçiyor sevgili okur. Hava sıcaklığı kışa yaraşır değil ama, acık ısınıp bulut yapınca yağan yağmurlar dağlara taşlara değil tepemize tepemize indirdi şimşekleri. Gece öyle korktum ki, şimdi o yıldırımlardan gök gürültülerinden başka yazacak bir şey bulamıyorum. Yusuf yusuf sevgili okur. İyi günler.

Cuma, Ocak 18

Şu an gerçekten "bu ne kafası ?"  diye sormak istediğim çok net bir isim var !!!
Bu konuda aklım hayatımdan yeterince zaman çalarken onun sarfettiği bu enerjiyi bir liste bir günlük bir ajanda tutarak ölümsüzleştirmeye karar verdim. birgün aklım gider de yenisi gelirse ders olsun, birisinin eline geçerse ona ders olsun, en olmadı 100 yıl sonra anlaşılamayan yazarlar listesine girersem çevirmene ders olsun istiyorum. kafamdan konfeti gibi post-it ler çıksın gerekli yerlere yapışsın istiyorum. renkli olsunlar konulara göre ayrılsınlar da istiyorum. sen de ne çok istiyorsun diyenlere de olanlar anormal değil de isteklerim anormal öyle mi de demek istiyorum. anılarım ve geçmiş tarafından rahatsız edilmek istemiyorum. ben onlara soru sormuyorum siz de hatrımı sormayın demek istiyorum, bu gönül bağını koparalım muhabbet bağından bir dal salkım üzüm almayalım dost olmayalım istiyorum. sevdiğim mecralar ben onlara sormadan şunu bunu tanıyor musun bak bu da seni tanıyormuş gel dal kartal  kartal sarkar misali sizi kardeş yapalım girişimlerine son versinler istiyorum. Bir de sonunda yazmak durumunda kaldım ama mecbur kalmadıkça kimse bu yazıyı okusun istemiyorum, gene de başlığa bişi yazmak istemiyorum böyle de lanet olasım var bugün.

Perşembe, Ocak 10



                    http://www.youtube.com/watch?v=FmkHjDMGcwA   

                    bilin isterim. 
kederleri der top edip yollara savurmak zamanı mı desem bu şarkılardan ... anlayamadım. havadan mı ,nefes alırken benimle soğuyan içimi görmek mi daha yordu bilemedim, kalmak mı lazım şimdi direnmek mi, gitmek mi , nereye gitmek gitmekse gri havalarda herkesin ansızın kaldığı bu yollarda, yoksa yoksanın devamı için bugün de uyanmak mı ... bilemedim.

http://www.youtube.com/watch?v=um9xfx0dp4s 

Çarşamba, Ocak 9

Çok zor oluyor.
Her şey çok anlamsız geliyor.
Çok 'çok' diyorum ama elimde avucumda olanlara bakınca hiçbir şey olmadığını... Cümleyi bitirmek biraz cesaret işi sanırım.
Her eşya fazla geliyor. Bütün hepsini satmak istiyorum. Hiçbir şey yapmamak. Öylece oturmak. Çünkü yapmak istediğim şey, sırf ben istedim diye olamayacak kadar imkansız. İmkansızın dereceleri var mı acaba? İmkan dahilinde olmamanın nasıl derecesi olur ki? Kayıp giden zaman. Nefessiz kalmak. Sürekli baş ağrısı. Eskiden gülümsemek yormazdı, şimdi içten gelen bir gülümseme olmadığı için mi? "Beni de al..." demek istiyorum ama olmuyor. Olmuyor işte.

Bu ne kafası hakikaten?

Burayı sık sık kontrol etmeyi iki kelam yazmaya tercih eden yazarlarımıza sesleniyorum: kendimizi değil hepimizi okumak istiyoruz, bir iki çiziktirseniz ya la! İsyan.

Salı, Ocak 8

Ne zaman?

Bugün pek bir Elif'im.
Kupkuru ve ince
Hafif yana eğik
Aklıma sen gelince.

Cumartesi, Aralık 29

Unuttum

Unuttum unuttum; neyi unuttugumu unuttum.

Salı, Aralık 18

Bencileyin





DO

Dün sabaha karsı kendimle konuştum
Ben hep kendime çıkan bir yokuştum
Yokusun basında bir düşman vardı
Onu vurmaya gittim kendimle vuruştum


Özdemir Asaf

Perşembe, Kasım 22

Siz daha önce hiç görmediğim birine çok benzeyebilirsiniz.

Pazar, Kasım 18

Kasvetli Pazar

Dinleyeceginiz parca 1933 yilinda Rezso Seress tarafindan eski sevgilisi icin bestelenmistir. Bu parcanin asil ozelligi ise Macaristan'da 'Intahar Sarkisi' diye anilmasi.

Pek cok Macar'in bu sarkiyi dinledikten sonra intahar ettigi kayitlara gecirilmis. Dahasi Rezso Seress de 68 yilinda intahar etmis ve son dinledigi sarki olarak 'Kasvetli Pazar' notu dusulmustur.

Sozlerin Ingilizce tercumesi ve o sarki: Kasvetli Pazar


I. Gloomy Sunday

Gloomy Sunday with a hundred white flowers
I was waiting for you my dearest with a prayer
A Sunday morning, chasing after my dreams
The carriage of my sorrow returned to me without you
It is since then that my Sundays have been forever sad
Tears my only drink, the sorrow my bread...
Gloomy Sunday
This last Sunday, my darling please come to me
There'll be a priest, a coffin, a catafalque and a winding-sheet
There'll be flowers for you, flowers and a coffin
Under the blossoming trees it will be my last journey
My eyes will be open, so that I could see you for a last time
Don't be afraid of my eyes, I'm blessing you even in my death...
The last Sunday

II. Love has died!*
(*quasi second verse, Rezső Seres has written in the Second World War)

It is autumn and the leaves are falling
All love has died on earth
The wind is weeping with sorrowful tears
My heart will never hope for a new spring again
My tears and my sorrows are all in vain
People are heartless, greedy and wicked...
Love has died!
The world has come to its end, hope has ceased to have a meaning
Cities are being wiped out, shrapnel is making music
Meadows are coloured red with human blood
There are dead people on the streets everywhere
I will say another quiet prayer:
People are sinners, lord, they make mistakes...
The world has ended!




       Talihsiz serüvenler dizisi neden devam etmedi diye çok düşünüyorum bu aralar. Jim Carrey Kont Olaf olarak ne kadar da iç karartıcı. İnsanın yanına taşınıp, kendine eziyet edesi var.

Pazar, Kasım 11



güze çalan birkaç kelam edelim ey dostlar, sessizliğinizi nereden aldınız, bu derin uyku kimden miras ?
feda edeceğim , bir gece ...  bir gündüz ... yolculuk türküsü için , bu korkuyu, bu kokuyu kimden çaldınız ?


Cuma, Kasım 9

Uyu Artik

Yorgun musun?
Yattin mi?
Uyu—
Düsünme beni
Ben ki
Hiç düsünülmedim senden önceleri

Senden öncesi:

Düsüncesi kizgin kumlara serpilen
Azgin yellerle savrulan
Bir damla gibi—
Bir söz gibi:
Sagir kagitlara serilen
Sessiz dudaklardan dökülen

Ben, zaten

Hiç söylenmedim ki senden öncesi
Uyu artik—
Söyleme beni

Yattin mi?

Yorgun musun?
Biraz kipirdasan uyumadan önce—
Bilemesen
Nereye koyacagini ellerini,
Biraz oynatsan bileklerini
Düsünürken beni
Uyuyamadan önce—
Bilsen
Nasil özledigimi ellerini
Bileklerini

Oruç Aruoba

Salı, Kasım 6

Çok salya sümük bir yazı oldu

İnsan ağlayınca rahatlamaz, gözleri şişer kızarır ve de yanar, burnu akar nehir misali, kocaman ve kıpkırmızı olur, boğazı ağrır, sesi kısılır, başı ağrır, hatta sırtı ağrır, makyajı akar. Nimetten sayılacak tek yanı, eğer evdeyseniz ve vaktiniz varsa uykunuz gelir, bir güzel uyur, uyanırsınız. Lakin bitmemiştir, salakça güzel bir güne uyandığınızı zannedip 30 dk falan uyumuş olabilirsiniz ve de gün aynıdır değişmemiştir dert tasa yanı başınızda durmuş sizi beklemiştir. Bilerek derin bir uyku hali kaplamıştır bedeni ve de haliyle gerçek dünya sağlam bir günaydın şamarı atar uyan nidası niteliğinde. Gözler aynı kalır kırmızı küçük vs ... burun geçmiştir, ses biraz düzelir, baş ağrısı ... demirbaştır nihavent makamından sana !

Çarşamba, Ekim 31



   Çaresizlik anında yada korktuğunda ne hissettiğini tanımlamak: " Bana mutluluğun resmini çizebilir misin Abidin ? " ... İşte bu kadar uzak, bilindik.

Çarşamba, Ekim 24

An

Anı yasamaktan neden her zaman kaciyoruz. Ya gecmisteyiz ya da gelecekte. An kaciyor gidiyor. 
Dur diyebilecek kadar guclu muyuz? Ya da insan olmaya ait degerlerden bu kadar mi uzagiz?

Her seyin basi iyi ve kotuyse, biz bunun neresindeyiz?

Pazar, Ağustos 12

Melankola Gazlı Bir Içecektir

Çünkü... Bu kelimeyle başlayacak olan cümlenin dünyadaki tüm soruları yanıtlamasını isterdim. Olmaz ki. İnsan, mutsuzluğu hep yakalıyor bir yerlerden. Kendi imkansızlığımı kendim yaratıyorum her gün. Beni benim kadar kimse yoramaz. Sen de yoramazsın sevgili okuyan. En fazla, kötü bir laf edersin üzersin. Ama ben neden öyle dedin diye düşünmekten, kendi kendimi senin beni yıprattığından daha çok hırpalarım. Kendini nimetten sayma sevgili okuyan. Şimdi git uyu biraz dinlen. Yarın yeni yalnız çünkülerin olacak.. İyi geceler.

Pazar, Ağustos 5

Cheers Darlin'

Hey şey iki taş arasında başladı, su akmaya başladı ve düş geldi.
düş öyle yaşıyordu ki, adına hayat dediler. yaşıyorken kayboluyordu bilemediler.
öyle yaşadı ki düş, yaşamaktan ağzı burnu kabuk bağladı, anlatacak bir şey kalmadı.

halbuki ne gökler ne çimenler vardı yıkanacak.
ne yollar vardı gidilecek, ne denizler yüzülecek ve ne adamlar düzülecek...

ve yakın temaslar kaçınılacak, içilecek zehirler, yakılacak resimler ve kaçırılacak kuşlar inlerken,
derinden inlemeler acıdan zevkten, susulacak anlar, kinler kusulacak,

kabuklanmasın diye soyulacak yaralar, terkedilecek yalanlar, görmezden gelinecek aşklar
ve örtülecek üstler ve unutulacak yüzler vardı..

geriye yalnızca gülmeye çalışırken dudakları kanayan düş kaldı.


Salı, Temmuz 24

Basliksiz yazilar dizisi

Bembeyaz bir ev istiyorum. Az girilik katılsın içine, belki koltuk, belki sehpa, belki tencere. Gepgeniş bir ev istiyorum. Duvarları fotoğraflarla dolu olsun, kitaplar çıksın her bi' yerden! Sonra bakıyorum... Koltuklarım mavi. Ufak bi kitaplığım var. Hala fotoğrafları asamadım. Eve dokunmak gelmiyor içimden.

Cumartesi, Temmuz 14

Bugün bir sokaktan geçtim, gerçekti. 
Görünen herşeyden daha yakın ve gerçek. 
Ve korktum... 
"neden burayı seçtim ki ?" dedim, keşke dedim, korktum. 
Tek değildim ama en çok kendim için korktum. 
Adımların hızlandı, hallerime bir haller oldu. 
Afalladım. 
Belki içimden ( aslında korktuğum için içimden ) yadırgadım. 
Hatırlamayı seçtiğim tek şey, o korkutucu sokak. dönmeden köşesinde ne vardı ? kazara döndüysem nasıl hatırlarım ? kim, nasıl, hangi ... bunların cevapları değil bilmek istediğim. 
Saf duyguları gördüm. saf derken temiz çocuksu duygusal vs vs ... değil, hayvansal içgüdü yani en temeli ve en çok kaçtığın. 


Gece gece yoruldum.

Cuma, Temmuz 6

Derler ya " herkes kendi dünyasının merkezidir" diye, yalan. 
Etraftaki herkesin dünyasının merkezidir. Siz zerre kadar umursamayın veyahut umursayın ! Farketmez. Önce üzüntüsünü size bulastırır. Bu, pis bir sarhosun, gece yarısı sizi sarılarak öpmesinden daha kötüdür. En sıcak yaz gecesinde, sivrisinek istilasına ugramaktan, buzdolabındaki yemeklerin bittigini görmekten ve tatilde erkenden uyandırılmaktan kötüdür.

Beseri iliskilerde basarılar !

Çarşamba, Temmuz 4

Basliksiz yazilar dizisi

Nefes almak, uyumak, yemek bazen zor olabilir. Vücudunuz reddetse de, denemeye devam edin. ve ona diyin ki: "Yapmak zorundasın, bu benim kontrolümde değil."

Salı, Temmuz 3

Bir yeni yayın baslıgı :)

Nerede dogdugunuz, nüfuz cüzdanınız yahut pasaportunuz önemli degil, dünyada nereye ait oldugunuzu biliyorsanız, içten, derin bi yerden biliyorsanız ama,  gidemeseniz de televizyondan izleyip görüp hasretlik çekiyor olsanız da  sanlısınız :) 

Pazar, Temmuz 1

Baska Bir Dünya Mükün Müdür!?

Pazarda size carpanlara kizmayin. Sadece pazarda sosyallesebilen insanlarin oldugunu unutmayin. Biraz gulumseyin.

Cuma, Haziran 29

Basliksiz yazilar dizisi

Bitmesini istemediğin kabuslar oluyor... Uyanmak istemiyorsun. Kabus da olsa, olsun. Gerçeklerden iyidir diyorsun. Kızın ağzından çıkacak en önemli cümlede uyanıyorsun. Gözlerini sımsıkı kapatıyorsun, girmesin güneş ışığı. Bitmesi lazım. Bitir cümleni! Bitir! Hikaye orada kopuyor. Kopmasın! Devam etmeli. Yaşayabildiğim tek an bu! Kabus da olsa, bu! Ayağının yere bastığı dünyada o kadar uzaksın ki bu kabusa... Bitmesin. Lütfen!

Cuma, Haziran 8

Yarım Agız

Öngörü, altıncı his... ne derseniz deyin bunların ne kendisinden ne türevlerinden hiç hoşlanmıyorum arkadaş ! Ne zaman bu geceki gibi hissetsem bir haller olur, birşeyler açık verir, olmayacak kapılardan içeri girer. Hele ki beklemek varsa ... Daha uzun yazabilirim ama şikayet etmekle ömür geçmez, şikayetler bitmez. 

Bir nefeslik "oh " ...

Salı, Haziran 5

SOLE

Bir şarkı sizi bir anda dünyadan alıp nerelere götürebilir ? Herşeyin en harika olduğu diyara, en derin anılar denizine, kötü günlere, iyi sabahlara... Ertesi güne dair ne bulmak istersen yörende, aslında şarkı onu bulup koyuyor önüne işte. Kapkara sulara atlamak gibi; düşün ki aslında kara değil sadece gece, düşün ki ışıksız, ıssız.   Alacağın havaya dair umudun ne kadarsa şarkı da o kadar, bir nefes, bir nefis.

Alacak verecek işleri bunlar... hesabını tutamayacağın işler.




Perşembe, Mayıs 31

Baslıksız yazılar serisi...

Bu sene benim senem sanırım. Mayıs bu kadar yağmur yapmazdı, hayrola? Ben şikayetçi değilim, devam edebilir. Yağmur iyidir, ishal iyidir... Bunlar hep temizlenmek gibi...

Cumartesi, Mayıs 26

Baslıksız yazılar serisi...

Boğazımda çok fena bir acı. Saat olmuş gecenin 2:30'u. Uyku var ama yok. İnternet bağımlısı bir kişiyim, tedaviye de direniyorum. Ama olsundu, telefonu bıraktım artık en azından. Check-in yok, twitter yok, cityville yok.

Ne zaman hasta olsam, aklıma bir şarkı gelir ki:


Bacağı kırıp, Finlandiya semalarında evde otururken bir arkadaşım demişti; 'bu şarkı senin'. Benim oldu.

Şarkılarım var benim. Seviyorum. Bir tane şarkım yok. En sevdiğim şarkı, en sevdiğim yemek, en sevdiğim içecek. Böyle bir anım olmadı hiç, o an için belki olmuştur. Dediğimi mi çürütüyorum ben yoksa? Şu anda en sevdiğim yemek börek gibi gelse de, on dakika sonra bunun mantı olduğunu iddia edebilirim.

En sevdiğim şarkım da yok, şarkılarım var. Şarkım yok. Ama tek çocukluğun getirdiği bir yaklaşımla 'ben' kavramım çok kuvvetli, haydi Devrim, gel bunu kabul edelim.

Çocuk romanlarını seviyorum mesela. En sevdiklerim değil belki ama seviyorum. Boyaları da seviyorum, boyama kitaplarını da. Çizgi film seviyorum. Güzelinden olacak elbette. Şeker kız Candy'den Miyazaki filmlerine kadar... ama 'Ben 10' gibi ucuz bir şeyden bahsetmiyorum.

Böyle işte, o yüzden ben çocuk romanıma geri dönüyor, herkese de tavsiye ediyorum.


Cuma, Mayıs 25

Soguk yenen bir yemektir...

Diyin ki, "Devrim, bunu yaparsın koççum!"

Desenize?!

Zamansiz mi geldim?

Zaman öldü.

Zaman öldü ve tarihin orta yerinde yapayalniz kaldik. Devinim halindeki kainat kendini yinelemekte; yine yeni yeniden.

Zaman öldü.


RetroFuturist Hareket

Çarşamba, Mayıs 23

Tarihte Bugun Vol.1


Internette gezinirken Cemal Süreya'nin Yusuf Atilgan'a gönderdigi mektuba rastladim; tam da bugun.

Salı, Mayıs 22

Kurşun kalemler...

Her yer kurşun kalem. Her renkten. Kimi üç köşeli, kimi altı. Sarı-siyah, kırmızı-siyah, fosforlu turuncu; silgili ya da silgisiz, ince ya da kalın.

İlkokulda uçlu kalemle yazmak için ne hinlikler planlardım! Öğretmen ebeveynlere sahip olmanın dezavantajı  mı olur, avantajı mı olur bilemiyorum ama onlar, kendilerinin çocukları eğitmek ve öğretmek amacıyla dünyaya geldiklerine yaklaşık olarak üç çalışma yılının ardından canı gönülden inanırlar; bunu toplumun her 'çocuk' kokan anında çevrelerindeki insanlara da hissettirirler. Bu yüzden, kurşun kalem ile yazının daha güzel ve kişilikli olduğu, uçlu kalemle yazının kişiliksiz ve çirkin olduğu ortaokulun son yılına kadar evimizin baş köşesinde varaklı çerçeve içindeki manifestosuydu... ve ben çocuktum, bir eğitmenden daha iyi bunu bilemezdim... ve onlar eğitmendi, ebeveyndi aynı zamanda; örnek olmaya aileden başlamaları gerekiyordu. Bu yüzden, kurşun kalemden nefret edip, uçlu kaleme geçmek için can atmaya başladım. Gün saydım. Ortaokul bitecek, uyku saatim bir saat daha geç olacak ve uçlu kalemi özgürce kullanabileceğim günler yakın...

Uçlu kalemlere geçildi, aşık olundu, dışarıda yemek yemeler başladı, evden uzaklaşmalar, kaçmalar, yalnız vakit geçirmek için çabalar, aileye tepeden bakmalar... Hataları getirdi yanında. Birey olmaya başlamanın getirisi, insan olmanın getirisi... Özgürlük, sorumluluğunu gizledi arkasında. Alınan kararların suçlusu aynadaki siluet. Aynalardan uzaklaşmalar. Kaçmak. Kaçma kararını veren kişi, başka bir aynaya bakmak zorunda. Aynı siluet. Kaçış yok. Zaman geçiyor. Hayaller, gerçekleşmesini istediğin şeyler. Gerçekler, elinde olanlar. Kaçarken hızlanmak adına bir bir attıkların, saçtıkların. Kimisini nerede unuttuğunu[terkettiğini] bilmiyorsun bile. Aynalardan korkmak bitiyor. Artık geçmişe bakmadığın sürece, aynalardaki siluetten memnun olacağını, masumiyetinin maskesini gerçekmiş gibi görüp gülümseyeceğini biliyorsun, bunu öğrendin. Yanında taşıdığın sahte mutluluğun nedeni. Aldığın bu karar, bütün kararlarını temize çıkarttı bile. Günahsızsın. Geçmişinden memnun ve diğer aynalarda insanların gördüklerini yargılar durumdasın artık. Zamanı kontrol edebildiğini düşünüyorsun. Hayatının güzel olduğunu. Yükünün az olduğunu gizliyor, ağırmış ama sen hala gülümsüyormuş gibi yapıyorsun. Zoru başarıyorsun. Her bir diğer birey gibi, kararlarını veriyor; sorumluluklarınla birlikte kararlarından 'alnının akıyla' sıyrılıyor ve 'yolun'a devam ediyorsun. Mutluluk, dudak kenarlarının gözlere doğru, yer çekimine inat hareketi. Aynalar mat. Gözlerin parıltısını görmüyor. Egsoz dumanı başkalarının görmesini de engelliyor. Hepiniz mutlusunuz. Hepimiz mutluyuz.

Yer çekimine inat dudak kenarları, maske dolu hafif çantanla an geliyor ya, parıltısız göz bebeklerinin ucuyla geriye bakmak... An gelir... Çanta omuzlarından düşüyor. Yere paralel çenen yer çekimine yenik düşüyor, gelinen yol gözlerinin önünde. Çamurlu, pis. Hatırlamakta zorlandığın parçala yerlerde. Sana ait parçalar, sana ait anlara ait her biri. Kimi gülümsetiyor, kimi içini öyle acıtıyor ki neden arkana bakmadığını anlıyor ve tekrar, hızlıca kafanı öne ve gökyüzüne çeviriyorsun.

...

...

Benim o! Aynadaki değilim. Yerde, çamurun içinde eşyalarda benim! Ben oradayım!

Farkediyor, tek tek toplamaya başlıyorsun. Sadece ilk yılı toplasam... Acısı, üzüntüsü, mutluluğu, aşkı... Koy tek tek cebine. Biraz daha alabilir ceplerim. Zaten yakın zaman için planım yok. Koşar, zamanı yakalarım diyorsun. Bir süre sonra geçmişte zamanın nasıl geçtiğini bilmiyorsun ama... Farkında değilsin. An geliyor yine. An ya o, gelir. Ceplerin doluyor. Taşıyacak yerin kalmıyor parçalarını. Çamurdan aldığın, zar zor hatırladığın ama hatırlar hatırlamaz içini acıtan parçan elinde. Bırakmak istemiyorsun. Ceplerini zorluyorsun. Olmuyor. Çantan geliyor aklına. Dolu. Belki diyorsun. Belki sığar. Olmuyor. Sığmıyor. Maskelerle aynı yerde, acı veren parçan olmuyor. Maskelere gidiyor ellerin. Yaşadığın, var olduğun zamanı hatırlıyorsun. Onlara ihtiyacın var. Bırakamazsın. Elindeki parçana bakıyorsun. Canını acıtan parçan. Bu maske olmadan o parça daha çok acıtacak.

Maske.
Acı.
Maske.
Acı.

Maskeyi acıyı aldığın yere, çamurlu yola bırakıyor ve devam ediyorsun, yolculuğuna... Maskeler yavaş yavaş parçalarla yer değiştiriyor.

Sarı-siyah, silgili, ucu açılmış, 6 kenarlı... Sağ elinin orta parmağının ucuna bakıyorsun. Hatırlıyorsun. Unutmak ne mümkün, kalemin izi orada. Hafif bir göçük, yumuşamış et. Kalemin izi. Kalemi eline alıyorsun, yazacak gibi tutuyorsun. Maskesiz bir şekilde, yerçekimine öyle inat dudak kenarların gözlerine doğru çıkıyor ki! Parıl parıl parlayan gözlerine doğru...

Kırtasiye geçiyor gözünün önünden. Babanın elinden tutup gittiğin, camın ardındaki renk renk kalem silgiler. Tuttuğun elin sıcaklığı ve büyüklüğü içini ısıtıyor, güven veriyor. An çalınıyor kulağına. O genç adamın sesini duyuyorsun, 'sarı-siyahı al' diyor. Alıyorsun. Güveniyorsun. O biliyor.

O şimdi seni eve götürüyor. Kalemin var elinde, diğer elinde sıcaklık. Bitmeyen sorulara sabırla cevaplar geliyor! Sabır. 25'inde senin yok ama. 20'inde de yoktu. Sabır.

Kapıyı açan annen, kocaman öpüyor. Hiç bir an'ında kimse, hiç kimse seni böyle öpmedi! Bunun tadını ne bir maske verdi sana, ne bir an'ı, ne bir insan... O öpücüğü de yanına almak istiyorsun, çantaya koymak istiyorsun, gömleğinin cebine, kalbinin tam üstüne. Olmuyor. Bitiyor.

Bitecek.

Kalemini cebine koyuyorsun, aynı yolları hızlıca yürüyorsun. Belki biraz gözyaşı, biraz özlem.

Kalemler almaya başlıyorsun. Kurşun kalemler. Renk renk, abartısız, sade. Belki kaçamak uçlu kalemler. Bir haftalık harçlığından arttırıp alabileceğin; markasız, ufak, plastik ama güzel. Üzerinde sevimli hayvanlar. Çizgi filmler. Kurşun kalemler. Her yerde onlar var artık. Çantanın içinde, gömlek ceplerinde.

Pazartesi, Mayıs 21

Cumartesi, Mayıs 19

Gramafon Vol.1



Sonny Boy Williamson - I'm A Lonely Man (1963)

Perşembe, Mayıs 17

Stockholm Gunlugu

Stockholm'de ruhsuz bir beden esligindeki gezide alinmis notlardan...


Soguk ulkelerin, soguk binalari... Tipki Dunya'nin atmosferi gibi. Icine girince yanmaya basliyorsun. Gozlerin aciyor. Ya da tam tersine icine giremiyorsun. Yanindan akip giden insanlar nereye gidiyorlar? Yuksek bir kulede toplanip durbunle senin sagda solda kosusturmacani mi izliyorlar? O kadar yuksek bina yok ki sadece yuksek tavanlilar. Dar sokaklarda ikiser katli.

Atmosfere giris yok. Ilkokulu hatirladim. "Ay'in Dunya gibi atmosferi var mi?" sorusuna yanit alamamistim. Gerci hala bilmiyorum var mi yok mu? Buranin var. Insanlar nereye gidiyorlar? Pencerede kimse yok. 

Karnimiz acikmis, yanimdaki ruhsuz beden cantasindan bir seyler cikartiyor yemek icin. Bir banka oturduk. Insanlar farkimiza vardi. Ya da bilmeden bir sey yaptik. Bakiyorlar. Dilenci mi zannettiler? Kuslar. Buranin kuslari cok tombul. Ucmayi bildiklerinden emin degilim. Aclar yine de! Ekmegimin yarisini yediler. Insanlar bakiyorlar. Galiba o gozetleyenlerdi gecenler. Yeni kuleye dogru bize caktirmadan gitmek istiyorlar galiba.

Atmosfer isi kafama takildi. Soguk ulkenin soguk binalari. 


Peki simdi ne olacak?


27.11.2011

Çarşamba, Mayıs 16

Ben geldim

Merhaba ey canlar ! sonunda nasıl yazacağımı buldum bu heyecanla uykum geldi :) gözlerimi bir başka alemde dinlendirip geliyorum :)

Salı, Mayıs 15

Telefon

Calisan Kadin: Alo, Kerim konsimentolari kuryeye vermedin degil mi?
Karsidaki: ...
Calisan Kadin: Alo, Kerim?

DID DID DID DIIID... 'Kimmis Erkin?' Yanlis numara galiba kesildi Kerim Bey. Ben izninizle lavaboya kadar gidip geliyorum.

Aslinda daha basa sarmam gerekiyor ama lavabo iznimde hatirladim; yine ayni seylerin OSS'den bir gece de basima geldigini. Ve OSS boyunca kafamin icinde yankilanip durmamasini.

Bosver takma Erkin, olum yok sonunda. Dikkatli oku sorulari, bazilari sasirtmali oluyor yani yapmamali ya da yapmali... Iste sen daha iyi biliyorsun, dikkat et. Muhtemelen herkes bir seyler soylemistir ama ben sadece basarilar diliyorum Erkin, heyecan yapma-ma-ma-ma.

OSS'ye girdigim yere mi yanayim, onumde hönkure hönkure aglayan kiza mi yoksa beynimin icindeki 2+2'nin arasinda sikisan telefon replikleri mi?

Sonrasini pek cok insan biliyor aslinda. Yani numarami bilip arayanlar. Ve arayip ulasamayanlar. Artik telefon sesi bile urkutur olmustu beni. Konustugum yani zorunda kaldigim yerleri de cogunlukla su basmistir. Ya da söyle soyleyeyim, su kaybindan ölmeme az kalmistir. Hatta bir cep telefonumu tamire goturdugumde 'Suya dusmustur' diye servisten geri donmustu.

Yine ara ara konusmaya calisiyorum. Yani calisiyordum. (Nefessiz kaldim, tempo dustu. Du bi su icip geliyom.) Calisiyordum, cabaliyordum, su kaybina ugruyordum ama ama hic aklima su ve telefon iliskisini getirmemistim. Bunlarin bana bir isaret olabilecegine hic mi hic ihtimal vermiyordum. Durun bi anlatayim.

Ilkokulda bize ogretirlerdi bunu kim buldu, kim kefvetti, kim fethetti... Telefonun icadini da Graham Bell olarak bilirdik. Ama bu kocaman bir yalanmis. Antonio Meucci adli bir abimiz, kendisi Italyan asilli, telefonu icad ediyor. Yani karsilikli konusmayi. Fakat bir turlu beklenilen ilgiyi gormuyor ve parasizliktan icadini gelistiremiyor. Bunu bir sekilde duyan Graham Bell de bunu Antonio Meucci abimizden arakliyor. 

Italyan asilli abimiz de durur mu hemen dava aciyor, bu adam icadimi caldi diye. Davanin sonuclanmasina cok az bir sure kala nedeni bilinmeyen bir buharli vapur kazasinda Antonio Meucci abimiz vefat ediyor ve dava dusuyor.

Eger sizler de telefonla konusurken bir islaklik hissediyorsaniz, bilin ki Antonio Meucci'nin ruhu sizi dinliyor. 

Pazartesi, Mayıs 14

Birden 26 Deyince Hoş Olmadı

Bu neyin beklemesidir bilemedim sevgili okuyan. Halbuki söyleyecek ve dinleyecek çok laf var. Ne zamandır aklımda fikirler cümleler var da işte kendi kendime konuşuyorum onu farkettim. Böyle bir yere varamazsın diyorsan doğrusun derim sana bir çay koyarım. Belki kek bile yaparım len. Sana neden kendi kendime konuştuğumu anlatırım. Saçmalama mal dersin, ağzına bir yapıştırırım o vakit. O yüzden benimle düzgün konuş.

Laflar diyordum, kafamın içinde bir deftere yazdığım. Gerektiği zaman değil de evde oturup düşününce aklıma gelirler. Hazır değil prematüre-cevap bir insanım. Şimdi oturup konuşmaya başlasak, sen terbiyesizlik edip benim haklı olduğumu bildiğin halde üste çıkmak için türlü laf ebeliği yaparsın da ben diyeceğimi diyemem. Sonra eve giderim, uyumadan önce ya da sabah kalkınca kafamın içinde seni öyle bir alt ederim seninle öyle bir tartışırım ki, görsen bilsen oturup ağlarsın haline. Yok, ağlamazsın da vay dersin. Ama işte seninle tartışırken öyle olmuyor. Diyorum ki şimdi ne desem bir çözüme ulaşmayacak bu konu, en iyisi şuna kazandığını hissettireyim düşsün yakamdan. Ya da konuyu çocukça bulurum ama senin bunu ne kadar ciddiye alıp kendini kanıtlama çabası içine girdiğini farkedemem. Ne kadar da içi geçmiş, pörsümüş meme kıvamında bir yaklaşım bu değil mi? Halbuki 26 yaşındayım. Merhaba. Ama sen de ne biçim insansın? Birbirimizi ikna etmek yerine düşüncelerimizi paylaşsak daha çok şey üretmez miyiz? Ya yürü!

Öte yandan hayat çok zor sevgili okuyan. Bakma sana atar yaptığıma, biliyorum ki sen de bir olguya tutunup yükselmek adına etrafındakilerin sırtına basıyorsun. Yanın yören eksiğini yakalayıp seni aşağılamak için sıraya girmiş insanlarla dolu. En ufak bir hatanda gözden düşüp üzerine bastığın insanların ayakları altında eziliyorsun. Hayat hakikaten zor. Ben de uyum sağlamaya çalışmıyor değilim. Ensesine vur ekmeğini al türünden bir insan olmamak için arada diş ve tırnaklarımı göstererekten şirretliğe varan girişimlerim oluyor. Yine de umduğum kadar yırtıcı olamıyorum. Çünkü insanlara yazık sevgili okuyan. Kalp çok çabuk kırılabilir. Şimdi burada efendim ben ne kadar da iyi bir insanım demeye çalışmıyorum. Yanlış anlama hemen len. Tabi ki bezdirdiğim kendimden gıcık kaptırdığım, nefret ettirdiğim, uyuz ettiğim insanlar var. Burada kimseyi teşhir edip rencide etmek istemiyorum. Ya da istiyorum. Mesela geçen gün apartmanının önüne park ettik diye bize helehele yapan adam, iyi ki sana yaabigitvari konuştum, ama bana kıl olduğunu biliyorum. Ve kpss kaydımı yaptırmak için onca yağmurda kalıp lisene girince beni geri çeviren 3tensonragelci müdür, sana kendini azıcık kötü hissettirebildiysem ne mutlu bana. Son olarak lisede, sen beni sevmiyorsun demi diyen bencil arkadaş, sana evet dediğim için hiç üzülmedim. Bak ne biçim de gangster ruhluyum aslında. İyi günler.

Yeni yazar geldi, hoş geldi!

Cuma, Şubat 24

Ey İnsanoğlu!

Amaca hizmet etmiyoruz burada, aklınızı devşirin! Varlığımızın yazılı kaynakları bunlar. Eğer ki ben şimdi buraya bir şey yazdıysam, yazan kişi olarak varım demektir. Ancak çay mı kahve mi içtiğimi bilmiyorsunuzdur. Unutmayın! Silkelenin ve hesaplayın. Günde kaç saatiniz istemediğiniz şeylere ayırdığınız zaman olarak değerlendiriliyor? Bu zamanı ne kadar azaltabilirsiniz? Yok edebilir misiniz? Ne yapmak istiyorsunuz peki? Yapmak istediğinize uzaklığınız nedir ve nedendir? Korkuyorsunuz, değil mi? Değiştirebileceğiniz sonuçlara ulaşmaktan korkuyorsunuz... Sonrasında bakacaksınız ve diyeceksiniz ki, benim yüzümden. Bunu demekten, kimliğinize bok sürmekten korkuyorsunuz. Adınız ve soyadınızın insanlarda çağırıştırdığı izlenimin çerçevenin boyayı taşırmasından korkuyorsunuz. Korkun. Bu da ayırdığınız zaman sonuçta, değil mi? Bakın bakalım, ne güzel hayatlar yaşıyorlarmış insanlar. Hepimiz birbirimizin hayatına, oturup bakalım. Ne güzeller! Ne güzel çerçeveler!
 

Perşembe, Ağustos 4

Beirut'ta bir eşek

http://fizy.com/#s/1ltxr2

Elimde bir kamera, köşe bucak, dere tepe, sahil kasaba köy mecra ihtiyar heyeti affetmeden gezerek, bin türlü ışıkla, gölgeli telaşlarla, kırmızı çektiğim gözleri düzeltmeden, hiç şaka yapmadan, şakayıklara bulaşmadan, hanımeli hanımeli, böyle kendi kendime çatarak, yeri geldi mi çotanak fotoğraflar çekiyorum. bi de eşeğim var, yorulunca ona biniyorum. gereğinden büyük gözleri var, bacakları da mavi ve yeşil.

Gündüz düşüm böyleydi, sizinkileri de duymak nail olsun. amin.

Pazartesi, Mayıs 9

Huzur

Acıktım.
Uyumak istiyorum.
Müzik dinlemek istiyorum.
Yatağa uzanıp kitap okumak istiyorum.
Sessizlik istiyorum.
Azıcık huzur yahu!

Sanırım parayla huzur satın alacağım...

Pazartesi, Şubat 28

Başlıksız

Saat 00:00, ... kurdum, kulak temizleme çöpünü yeni aldığım küçük çekmecenin yanına koydum. İğne iplikler en alt çekmecede, bir de makaslar var yanında. Buzdolabında kirli çamaşırlar var ama yıkayamıyorum, diğerleri daha kurumadı. Çayımı demledim, uzun süredir dizi izlemediğimi fark ettim. Bir dizi açtım. Bir tane daha izledim ardından. Film izlemeye korkuyorum. Beynim algılayamayacak, filme saygısızlık olacak diye korkuyorum; kıyamıyorum filmlere. Ama diziler çerez gibi geliyor. Kısa olduğuna kızıyorum, az bölüm yapmalarına kızıyorum. Onda harcanan emek nedense gözümde değersiz, vasıfsız bir nevi. Omuzlarım ağrıyor bir kaç gündür. Sürekli oturmakan belki, kim bilir. Pantolon almam lazım. Kumaş olması gerekiyor. Kumaş pantolon almak için çıktığımdan beri 5e yakın gömlek(5e yakın ne bacım?), bir kot, bir gabardin pantolon, bir spor kazak, bir klasik kazak aldım. Bu aldıklarımdan sadece klasik kazak ve 2 gömlek iş yerinde giyilebilir türden. Allahtan(SAVKGJSIRL.) cumaları serbest kıyafet, kot haricinde hepsini giyebilirim. Ama geri kalan günler, yani haftanın 4 günü, sabah 9 akşam 6 + 2 saat yol; giyemem. O pantolonların bir tanesini bile sevemedim. Biri bana hangi pantolonun güzel olduğunu söylesin ve altına hangi ayakkabıyı almam gerektiğini de. Ben 8 yıldır aynı spor ayakkabıyla mutluydum... Pardon 10. 5 yıldır da aynı bot. Olmuyor şimdi işte. Kira var sonra, faturalar. Uyumam lazım. Mutfağı temizlemeye üşeniyorum. Ama pis. Yemek yapmaktan keyif alamıyorum pis olunca. Şartlı tahliye gibi bu hayat. Şikayetçi değilim özümde. Sadece erken büyümekten korkuyorum. "sen de..." laflarından... Aslında zor değil, ben dahil kimse için. Ama kuyuya düşen, diğerini de çekmekten zevk alıyor gibi. Gelme, uğraş-çabala! diyen yok. Herkes memnun olmayarak yaptığı şeyi, bir diğeri de yapsın diye uğraşıyor sanki. Başka yol yok diyorlar sürekli. Seçenlerin kendileri olduğundan habersiz. Bu evden taşınmak istemiyorum. Daha büyük, daha iyisi olsun istemiyorum. Yenisi olsun istemiyorum. Sitede olsun istemiyorum. Lüks olsun istemiyorum. Ve bunları gerçekten istemiyorum. Ne kadar yeni eşya girerse bu eve, ben o kadar yıl erken öleceğim gibi geliyor. 
İlginçtir, mutluyum. Mutlu olmam için, her zamanki gibi şanslıyım, uğraşan insanlar var. Daha pazartesi sendromu öğrenmedim. Onu da öğreneceğimden eminim. Kavanozlarım var, Zafer aldı. Hediyeleri çok seviyorum! 3 tane aynı kavanoz; üzerinde elma resmi var: sanarsın ki apple yapmış, hem de beyaz : ikavanoz :) Birine çay da diğerlerine ne? Omuzlarım ağrıyor. Uyumam lazım. Uyuyup, uyanmam. Duş almadım. Duş almam lazım. Doğalgazı kapatmadan uyumamak bir diğer farz bu dinde. Babam olsa çaydanlığı boşaltmadım diye kızar, haksız diyemiyorum. Ama baba, olmadı işte... En iyisi pantolonu ütüleyim. 

Bu arada, ilk misafirimizi ağırladık; Samed geldi. Endoskopisini yanına koydum dendiği üzere. Merve'de gelecekti önümüzdeki hafta, 200lira olunca uçak bileti, gelemedi. Daha bir sürü insan gelecek ama, bir sürü!

Cumartesi, Şubat 26

Afitap'la Huslu Geceler

Dün gece hayalet gördüğüme eminim. Çarşaflı gibiymiş yahu gerçekten. "hus huus" diye ses bile geldi. Bu gece tuzak kurmayı planlıyorum. Yakalayabilirsem Güneş Sirki'ne satıp köşeyi dönerim. Hadi rastgele!

Çarşamba, Şubat 23

Afrika'dan


Şehir manzarası Nairobi, Kenya 


Şehir, Bamako, Mali


Kordon, Luanda, Kongo


Livingstone Köprüsü, Lusaka, Zambia




Manzara,  Antananarivo, Madagaskar




 Antananarivo, bir kez daha,




Dar Es Salaam, Tanzanya



@iş ilk şey! he-yo!

Elalem, iphone foursquare girer, biz blog giriyoruz. Söz de bilgisayar mühendisi... Bir kuşak geriden...
saygılar

Salı, Şubat 8

Eksik Etek

Bazen kendimi eksik hissediyorum. Tam olmadığımda uyuyamıyorum. Daha doğrusu uykum zorlaşıyor. Ne kadar eksik olursam, o kadar zor oluyor uyumam. 

Bir süredir sevdiklerim uzağımda. Hani bir otobüse baksa da, uzak. Gidilemeyecek kadar. Ne bilgisayarım, ne odam, ne kitaplarım... İnsanlarla tam oluyorum. 

İdeal dediğim zırvalarım çıktı karşıma. Sonra onları alıp, yanımdaki kutunun içine koymam gerekti. Sedef kaplamalı. Beklesinler dedim, beklemeyecek şeyler var, bekletemeyeceğim şeyler... 

Kocaman oldum da, kararlar verir oldum. Hoş, kardeşim olup olmamasına da ben karar vermiştim, mesleğime de, okuyacağım yere de, "boş" zamanımda ne yapacağıma da, hangi "seçmeli" dersleri alacağıma da, ne yiyeceğime de... Karar vermek, büyütmüyordu o zaman ama şimdi büyümüş gibi oldum. Hala sevmiyorum karar vermeyi. Hala istemiyorum. Hala umutlarım var. (Kimilerinin acıyan bakışlarını tahmin edebiliyorum.)

Kısa lafın uzunu, büyür gibi oldum ama büyümek bana hiç mi hiç yakışmadı. Kendi dünyamı istedim ama o kutuya onca şey koydum ki, kutu yerinden az oynasa bütün ilgimi ona verip bütün dünyayı unutabiliyorum. Kıymetlimis! 

Araba, Güzelyalı sahil, müzik, yüksek ses...
IKEA, cam bardak, kahve fincanı...
Çerçeve, siyah beyaz fotoğraflar, ev...

Erkin de yazdığına göre, daha rahat uyuyabilirim. 

İyi geceler.

Pazartesi, Şubat 7

Munaretelli Sinkotin ke Binerogucca

Resmen bugün ergen bir genç gibiyim. tripler, haller efendime söyliyim neler neler. neden mi? ne bilim portobello. aklınıza gelen sebepler değil yok yok ondan değil. neyse. her neyse. her ne ise. hernesimiko.
yeni kelimeler üretelim. yepyeni bir dilimiz olsun. globalleşmesin çok. böyle 25-30 kişi. alfabe, bildiğimiz işte bilimum latin harfleri. sondan eklemeli yandan çarklı baştan kokan orta boylu kelimeler olsun. yanyana koyunca kelimeleri, daha büyük kelimeler olsun, onlar da birleşince yokluk. yokluklar birleşince.. limit sonsuza giderken hain kurda rastlamış. ayakkabısını düşürünce bezelye taneli yatak satan dükkanın önünde balkabağına binmiş. vay sen misin balkabağına binen! anında Grimm Kardeşler belirivermişler. tokata bağlamışlar limiti.
Grimm Kardeşler demişken, Fareli Köyün Kavalcısı gerçek bir hikayeymiş bu arada. kavalcının peşine takılanlar da fareler değil, köyün bütün çocuklarıymış. ormanda kavalcının peşinde yitip gitmişler. çok acıklı lan sevgili okuyan. çocukları bulamamışlar hiç. köy halkı uzun süre yas tutmuş.
evet..akşam oldu. Erkin burada hava karardı. orası hala aydınlık mı? sahi yerel saatin kaç? biyolojik saatin kaç? tavşan kaç? acıktım. kısır kaynatayım.
ciao chicas y chicos.

Pazar, Şubat 6

Kemal Paşa

İlk iletimde sizlere aslında başka bir şey anlatacaktım fakat gecenin bu vaktinde tatlı krizine giren ben, müthiş bir göz yanılmasıyla janjanlı bir ambalajın son derece masum 'Kemal Paşa' yazısına kandım. 

Kemal Paşa Tatlısı (4 Kişilik)

4 su bardağı su
3 su bardağı şeker
1 paket Kemal Pasa tatlısı

Derin bir tencerenin icine 4 su bardağı su, 3 su bardağı şekeri koyup yüksek ateşte kaynayana kadar karıştırıyoruz. Kaynamaya başladıktan sonra 1 paket Kemal Paşa tatlısını ekleyip yüksek ateşte 15dk. karar kaynatıyoruz.
Tencere içindeki suyumuz şerbet haline gelince ateşten alıp soğumaya bırakıyoruz. Tamamen soğuduktan sonra tenceredeki Kemal Paşaları derin bir kap içinde dinlenmeye bırakıyoruz.
Sunarken isterseniz hindistan cevizi ile süsleyebilirsiniz. 
Afiyet olsun.

Buraya kadar her şey normal gibi görünse de Kemal Paşaları tencerenin içine atınca gerçek su yüzüne yavaş yavaş çıkmaya başladı. Garip bir koku midemi bulandırmaya başladı. Şekeri kaynatınca böyle kokuyor diye kendimi avuturken janjanlı ambalajdan yansıyan ışık bir an için Kemal Paşa nın altında saklı kalmış iki kelimeye odakladı beni: Peynir Tatlısı.

Eee diyorsunuz muhtemelen. Diyiniz. 

Arz ederim.


Saat: 03.00

Perşembe, Şubat 3

We're One, But Not The Same

We're one, but not the same!

Şu kelimelerin mealini anlamaktan uzak o kadar çok insan var ki... Eşit dediğin şeyden tek anladıkları aynılık. kafaları sadece tek türlü çalışıyor. Şeyleri dar kafalarından içeri sokabilmek için tek tipleştirmekten, bu yolla kolaylaştırmaktan başka bir bildikleri yok. Oysa yaşam başkalaşma üzerine kurulu. 

"Biriz, ama tamamen aynı değiliz." farklılıklarımızın değerinden bahsedildiğinde ayrımcı olmakla suçlanıyorsun. söylemin bu dar kafalıların ayrımcılık yapmakta özgür olacağı şeklinde anlaşılıyor. bıkmadan tekrarlamak gerek, 

biriz, ama aynı değiliz.



Bu Palyaço'yu Tanıyanınız var mı?

Resimde gördüğünüz yüzü boyalı adam artık o eskiden tanıdığımız Gregory House değil. Öncesinde haplarıyla karşımıza çıkardı ya da gitar gibi tuttuğu bastonuyla, yüzü ön planda olurdu. Bugün onun tanıtımı için kullanılan resme baktığımızda gördüğümüz şey ancak bir palyaço.

House'un öyküsünü Amerikalılar televizyonlarından, bizler internet sitelerinden, torrent'lerden takip etmeye başlayalım 6 yıl oldu. 2005 ile 2011 yılı dünyası arasındaki mesafe pek de kısa değil. Hiçbirimiz 2005'deki halimize çok yakınlarda değiliz. Değişim kaçınılmaz, değişim gerekli, değişim güzel.

İnsanlar şüphesiz değişmekte özgürler. Herkes, istediği her şeye dönüşmekte özgür. Bu konuda bırakın üçüncü şahısları, ikinci şahıslara dahi söz düşmüyor. Pek tabii bizlerin ikinci şahıslar olarak yakınımızdaki, tanıdığımız, sevdiğimiz insanların değişimleri ile ilgili yargı değil ama yorum yapabilmeliyiz.

House'un yolculuğundaki en talihsiz şey kendi kaderine yön veremeyişi. House'un ne olduğunu yazı yazan insanlar belirlemişti. Uyuşturucu bağımlısı, yalnız ve hasta bir doktor. Bu doktoru insanların önüne attılar. Zamanla bu doktorun ne yaşayacağını, neye dönüşeceğini insanlar yani izleyici beklentisi yönlendirir oldu.

Yapımcılar insanların ilk baştaki gördükleri, sevdikleri House'u onlara vermedi. Artık insanlar kendi House'larını görmek istiyorlardı. İnsan kalabalıkları onu kendilerine benzetmeye çalıştılar. Akılları sıra onun yanlışlarından dönmesinde ona yardımcı olmak istediler. Oysa House, insanlara reklam seyrettirebilmek için yaratılmış bir karakterdi. Keşke bıraksalardı da House kendi bildiği gibi devam etseydi. Böyle paylaço'ya dönmeseydi.

Sıkılıp şehri terk etseydi. Suç işleyip hapse girseydi. Doktorluk lisansını dahi kaybedebilirdi. Uyuşturucuyu bırakmasaydı. En azından House'u insanileştirme projesi kapsamında olmasaydı. Dizinin gediklisi kadın ve onun çocuğuyla birlikte olmasaydı. yine hayat kadınlarıyla takılmalıydı. House buydu ve biz onu böyle sevmiştik.


Çok fazla insanın sevdiğine reva gördüğü muameleyi biz de ona yaptık. Onu sevdiğimiz hali ile bırakmadık. Onu bulduk. Sevdik. Sonrasında beynimizde yarattığımız hayali insana dönmesini bekledik. Hayallerimizin bu dünya için ne kadar gerçeklikten uzak olduğunu, koca bir hayatın çok küçük bir kısımı kavrayan beyinlerimiz ile ürettiğimiz hayallerin gerçek dünyaya transfer olurken daha yollarda kırılacağını akıl edemedik. Ona kendisi olması için izin vermedik. Bizim House'umuz sadece bir palyaço. Birinci sezonda görüp sevdiğimiz House bu adamı görse diyeceği şeyi tahmin etmek çok basit;

"You're and idiot!.."



Birinci sezonu özleyenler için, Hava Nagila eşliğinde;


Yazı

Yazdıklarımı sildim.
Konuştuklarıma dikkat etmeyi öğrenemediğim gibi yazdıklarıma da dikkat etmeyi öğrenemedim. Ama geri alabiliyorum. O yüzden çoğu zaman birilerine bir şeyleri -yazdıklarımı- vermeden önce okumuyorum; cesaret gerektiriyorsa. Ya da demin yaptığım gibi : Ctrl+A - Del

Salı, Şubat 1

Hepimizin Ağıdı

O hepimizin ağıdını dilendirdi.
O ne kadar mücadele edersek edelim, yine de yenileceğimizi bilenlerdendi. O da savaştı, mücadele etti. Şüphesiz kendi arenasında müthiş bir savaşçıydı. Herkese ayan beyan söylediği son ile o da yüzleşti. O da kaybetti. "show" devam etti.

"Show Must Go On" benim için şu demek;
"Show" zaten devam edecek, seninle ya da sensiz. "Show"a uyum sağlayan,  "Show"da kendine yer edinen, "Show"un bir parçası olabilenler kazananlar olmaya daha yakınlar. işte bu yüzden "Show must go on" ve işte bu yüzden senin "Show"un da asla durmamalı. Bu koşuda duran kaybedenlerden olmaya koşuyor.

Hepimizin Ağıdı klişe sorular ile başlıyor. "Niye yaşıyoruz, Ne aradığımızı bilen var mı?" Genci, yaşlısı; akıllısı, aptalı; kadını, erkeği.. Herkeslerin hayatının bir ya da birkaç anında kendine, etrafındakilere belki de tüm dünyaya sorduğu sorular.

Yanıtı çok etkileyici, Hepimizin Ağıdı dışarıdaki milyarlar gibi varlığına olmayan anlamalar yüklemiyor. Kendini kibiriyle yüceltip; özgür, kendi kararlarını veren, kendi ayakları üzerinde duran, yönlendirmeye kapalı, ulvi bir yaratık sanmıyor. "Ne beklediğimizi bilen var mı?" sorusuna "Başka bir kahraman" yanıtını veriyor.

Başka bir kahraman, başka umutlar, başka heyecanlar, başka beklentiler, başka yalanlar, başka hayal kırıklıkları, başka pişmanlıklar.

Tarihteki yazılı ilk kahraman insan Gılgamış'tan bu yana insan'ın kaderi belli. Bu kaderi hangi patikalardan, ovalardan ve dağlardan geçtikten sonra yaşayacağı kendine kalmış, yani bi nebze. Oyunun kuralları, mantığı, sonu.. artık her şey apaçık ortada. Görmesini, Duymasını bilenler, anlayabilenler; belki daha zoraki bi tabir ile erenler için hayat konusu kapanmıştır. Ağıdımız bile yazılmış. Milyonlarca belki milyarlarca kere dillendirilmiş.
Sen duymadıysan, senin problemin. Anlamadıysan, bunun sorumlusu o değil.

Belki de son bir kez daha denemelisin, işe yarar mı dersin?


Ohancaa!

aaa blog! blog blog bbgoblgoblo ..ooOO balık gibi.
kısır yaptım ben dün. ekşi olamadı. dolapta limon arıyodum ki, birden kapı çaldı. digitürk adamı gelmiş, halbuki kapıyı açmadan önce "kim o" dediğimde postacı olduğunu söylemişti. böyle işte bi dergi getirmiş üyelik dergisi. imza attım, "kalem bende kalabilir mi" dedi. kalemi gözüne sokmamla birlikte karşı komşunun kapısı açıldı. süvari birlikleri açık bırakılan zaman kapsülünden süzülüp bana doğru hızla akınalbella! atlar kıçlarından soluyorlardı, benim gibi. kılıcımı kınından çıkarmaya çalışırken İkbal Abi geldi çöbü almaya. "sabaha bi de ekmek bırakır mısın abi" dedim. "olur olur" dedi, umursamaz bi hali vardı, içerledim.
kapıyı kapatıp içeri geçtim. kısır yanmış. pişirilmiyo muydu o ya?

Biraz da Susalım #1


Lenny Kravitz - If You Cant Say No, Just Think About Me!



Aday official picture #1

Önce açıklama yapalım.

Blog'umuzun bir fotoğrafı olsun. Bunun için aday fotoğraflarımız olsun. Başlıktan anlaşılacağı gibi bu ilk adayımız. opicture

Başlarkene...

Sevgili Erkin, Zafer, Elif...
Bu sayfaya yaratıcılığımızın doruklarında 4 kişi olduğumuz için davet edildik. Beni, ben davet ettim. Ömrü hayatımda yaptığım en doğru seçim ve karardır ve de düşünce ve anlamdır. Oh! İyi ki beni çağardım!

Enter'a basınca alt satıra geçmiyor... Kafası! 

Şimdi, özünde konumuz yok ya da ben hatırlamıyorum. Nasıl başlayacağımızı bilemiyorum. Ama tek başıma buraya bir şeyler karalamak için açmadım. Ha! Gerekirse yaparım, umrumda da olmazsınız, diyim...


Bu yazı bir kaç akış yazısının ardından silinecektir; neme lazım takip eden falan olur. Rezil olmayayım... Kaleminize güveniyorum. Beyninizdeki saçma kıvrımlara da. Ve tabii ki, deliliğinize, anormalliğinize.

Erkin; tasarımla ilgili Zafer'in aklına bir ilüstrasyon geldi, yapabileceğini düşündüm; pek de zor değil. Detayları konuşalım, para önemli değil. Ama önce dersler. Dersler önemli...

Bunu söylemek istemezdim ama hepinizi seviyorum.