Cumartesi, Mayıs 26

Baslıksız yazılar serisi...

Boğazımda çok fena bir acı. Saat olmuş gecenin 2:30'u. Uyku var ama yok. İnternet bağımlısı bir kişiyim, tedaviye de direniyorum. Ama olsundu, telefonu bıraktım artık en azından. Check-in yok, twitter yok, cityville yok.

Ne zaman hasta olsam, aklıma bir şarkı gelir ki:


Bacağı kırıp, Finlandiya semalarında evde otururken bir arkadaşım demişti; 'bu şarkı senin'. Benim oldu.

Şarkılarım var benim. Seviyorum. Bir tane şarkım yok. En sevdiğim şarkı, en sevdiğim yemek, en sevdiğim içecek. Böyle bir anım olmadı hiç, o an için belki olmuştur. Dediğimi mi çürütüyorum ben yoksa? Şu anda en sevdiğim yemek börek gibi gelse de, on dakika sonra bunun mantı olduğunu iddia edebilirim.

En sevdiğim şarkım da yok, şarkılarım var. Şarkım yok. Ama tek çocukluğun getirdiği bir yaklaşımla 'ben' kavramım çok kuvvetli, haydi Devrim, gel bunu kabul edelim.

Çocuk romanlarını seviyorum mesela. En sevdiklerim değil belki ama seviyorum. Boyaları da seviyorum, boyama kitaplarını da. Çizgi film seviyorum. Güzelinden olacak elbette. Şeker kız Candy'den Miyazaki filmlerine kadar... ama 'Ben 10' gibi ucuz bir şeyden bahsetmiyorum.

Böyle işte, o yüzden ben çocuk romanıma geri dönüyor, herkese de tavsiye ediyorum.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder