Kurşun kalemler...
Her yer kurşun kalem. Her renkten. Kimi üç köşeli, kimi altı. Sarı-siyah, kırmızı-siyah, fosforlu turuncu; silgili ya da silgisiz, ince ya da kalın.
İlkokulda uçlu kalemle yazmak için ne hinlikler planlardım! Öğretmen ebeveynlere sahip olmanın dezavantajı mı olur, avantajı mı olur bilemiyorum ama onlar, kendilerinin çocukları eğitmek ve öğretmek amacıyla dünyaya geldiklerine yaklaşık olarak üç çalışma yılının ardından canı gönülden inanırlar; bunu toplumun her 'çocuk' kokan anında çevrelerindeki insanlara da hissettirirler. Bu yüzden, kurşun kalem ile yazının daha güzel ve kişilikli olduğu, uçlu kalemle yazının kişiliksiz ve çirkin olduğu ortaokulun son yılına kadar evimizin baş köşesinde varaklı çerçeve içindeki manifestosuydu... ve ben çocuktum, bir eğitmenden daha iyi bunu bilemezdim... ve onlar eğitmendi, ebeveyndi aynı zamanda; örnek olmaya aileden başlamaları gerekiyordu. Bu yüzden, kurşun kalemden nefret edip, uçlu kaleme geçmek için can atmaya başladım. Gün saydım. Ortaokul bitecek, uyku saatim bir saat daha geç olacak ve uçlu kalemi özgürce kullanabileceğim günler yakın...
Uçlu kalemlere geçildi, aşık olundu, dışarıda yemek yemeler başladı, evden uzaklaşmalar, kaçmalar, yalnız vakit geçirmek için çabalar, aileye tepeden bakmalar... Hataları getirdi yanında. Birey olmaya başlamanın getirisi, insan olmanın getirisi... Özgürlük, sorumluluğunu gizledi arkasında. Alınan kararların suçlusu aynadaki siluet. Aynalardan uzaklaşmalar. Kaçmak. Kaçma kararını veren kişi, başka bir aynaya bakmak zorunda. Aynı siluet. Kaçış yok. Zaman geçiyor. Hayaller, gerçekleşmesini istediğin şeyler. Gerçekler, elinde olanlar. Kaçarken hızlanmak adına bir bir attıkların, saçtıkların. Kimisini nerede unuttuğunu[terkettiğini] bilmiyorsun bile. Aynalardan korkmak bitiyor. Artık geçmişe bakmadığın sürece, aynalardaki siluetten memnun olacağını, masumiyetinin maskesini gerçekmiş gibi görüp gülümseyeceğini biliyorsun, bunu öğrendin. Yanında taşıdığın sahte mutluluğun nedeni. Aldığın bu karar, bütün kararlarını temize çıkarttı bile. Günahsızsın. Geçmişinden memnun ve diğer aynalarda insanların gördüklerini yargılar durumdasın artık. Zamanı kontrol edebildiğini düşünüyorsun. Hayatının güzel olduğunu. Yükünün az olduğunu gizliyor, ağırmış ama sen hala gülümsüyormuş gibi yapıyorsun. Zoru başarıyorsun. Her bir diğer birey gibi, kararlarını veriyor; sorumluluklarınla birlikte kararlarından 'alnının akıyla' sıyrılıyor ve 'yolun'a devam ediyorsun. Mutluluk, dudak kenarlarının gözlere doğru, yer çekimine inat hareketi. Aynalar mat. Gözlerin parıltısını görmüyor. Egsoz dumanı başkalarının görmesini de engelliyor. Hepiniz mutlusunuz. Hepimiz mutluyuz.
Yer çekimine inat dudak kenarları, maske dolu hafif çantanla an geliyor ya, parıltısız göz bebeklerinin ucuyla geriye bakmak... An gelir... Çanta omuzlarından düşüyor. Yere paralel çenen yer çekimine yenik düşüyor, gelinen yol gözlerinin önünde. Çamurlu, pis. Hatırlamakta zorlandığın parçala yerlerde. Sana ait parçalar, sana ait anlara ait her biri. Kimi gülümsetiyor, kimi içini öyle acıtıyor ki neden arkana bakmadığını anlıyor ve tekrar, hızlıca kafanı öne ve gökyüzüne çeviriyorsun.
...
...
Benim o! Aynadaki değilim. Yerde, çamurun içinde eşyalarda benim! Ben oradayım!
Farkediyor, tek tek toplamaya başlıyorsun. Sadece ilk yılı toplasam... Acısı, üzüntüsü, mutluluğu, aşkı... Koy tek tek cebine. Biraz daha alabilir ceplerim. Zaten yakın zaman için planım yok. Koşar, zamanı yakalarım diyorsun. Bir süre sonra geçmişte zamanın nasıl geçtiğini bilmiyorsun ama... Farkında değilsin. An geliyor yine. An ya o, gelir. Ceplerin doluyor. Taşıyacak yerin kalmıyor parçalarını. Çamurdan aldığın, zar zor hatırladığın ama hatırlar hatırlamaz içini acıtan parçan elinde. Bırakmak istemiyorsun. Ceplerini zorluyorsun. Olmuyor. Çantan geliyor aklına. Dolu. Belki diyorsun. Belki sığar. Olmuyor. Sığmıyor. Maskelerle aynı yerde, acı veren parçan olmuyor. Maskelere gidiyor ellerin. Yaşadığın, var olduğun zamanı hatırlıyorsun. Onlara ihtiyacın var. Bırakamazsın. Elindeki parçana bakıyorsun. Canını acıtan parçan. Bu maske olmadan o parça daha çok acıtacak.
Maske.
Acı.
Maske.
Acı.
Maskeyi acıyı aldığın yere, çamurlu yola bırakıyor ve devam ediyorsun, yolculuğuna... Maskeler yavaş yavaş parçalarla yer değiştiriyor.
Sarı-siyah, silgili, ucu açılmış, 6 kenarlı... Sağ elinin orta parmağının ucuna bakıyorsun. Hatırlıyorsun. Unutmak ne mümkün, kalemin izi orada. Hafif bir göçük, yumuşamış et. Kalemin izi. Kalemi eline alıyorsun, yazacak gibi tutuyorsun. Maskesiz bir şekilde, yerçekimine öyle inat dudak kenarların gözlerine doğru çıkıyor ki! Parıl parıl parlayan gözlerine doğru...
Kırtasiye geçiyor gözünün önünden. Babanın elinden tutup gittiğin, camın ardındaki renk renk kalem silgiler. Tuttuğun elin sıcaklığı ve büyüklüğü içini ısıtıyor, güven veriyor. An çalınıyor kulağına. O genç adamın sesini duyuyorsun, 'sarı-siyahı al' diyor. Alıyorsun. Güveniyorsun. O biliyor.
O şimdi seni eve götürüyor. Kalemin var elinde, diğer elinde sıcaklık. Bitmeyen sorulara sabırla cevaplar geliyor! Sabır. 25'inde senin yok ama. 20'inde de yoktu. Sabır.
Kapıyı açan annen, kocaman öpüyor. Hiç bir an'ında kimse, hiç kimse seni böyle öpmedi! Bunun tadını ne bir maske verdi sana, ne bir an'ı, ne bir insan... O öpücüğü de yanına almak istiyorsun, çantaya koymak istiyorsun, gömleğinin cebine, kalbinin tam üstüne. Olmuyor. Bitiyor.
Bitecek.
Kalemini cebine koyuyorsun, aynı yolları hızlıca yürüyorsun. Belki biraz gözyaşı, biraz özlem.
Kalemler almaya başlıyorsun. Kurşun kalemler. Renk renk, abartısız, sade. Belki kaçamak uçlu kalemler. Bir haftalık harçlığından arttırıp alabileceğin; markasız, ufak, plastik ama güzel. Üzerinde sevimli hayvanlar. Çizgi filmler. Kurşun kalemler. Her yerde onlar var artık. Çantanın içinde, gömlek ceplerinde.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder