Cumartesi, Aralık 29

Unuttum

Unuttum unuttum; neyi unuttugumu unuttum.

Salı, Aralık 18

Bencileyin





DO

Dün sabaha karsı kendimle konuştum
Ben hep kendime çıkan bir yokuştum
Yokusun basında bir düşman vardı
Onu vurmaya gittim kendimle vuruştum


Özdemir Asaf

Perşembe, Kasım 22

Siz daha önce hiç görmediğim birine çok benzeyebilirsiniz.

Pazar, Kasım 18

Kasvetli Pazar

Dinleyeceginiz parca 1933 yilinda Rezso Seress tarafindan eski sevgilisi icin bestelenmistir. Bu parcanin asil ozelligi ise Macaristan'da 'Intahar Sarkisi' diye anilmasi.

Pek cok Macar'in bu sarkiyi dinledikten sonra intahar ettigi kayitlara gecirilmis. Dahasi Rezso Seress de 68 yilinda intahar etmis ve son dinledigi sarki olarak 'Kasvetli Pazar' notu dusulmustur.

Sozlerin Ingilizce tercumesi ve o sarki: Kasvetli Pazar


I. Gloomy Sunday

Gloomy Sunday with a hundred white flowers
I was waiting for you my dearest with a prayer
A Sunday morning, chasing after my dreams
The carriage of my sorrow returned to me without you
It is since then that my Sundays have been forever sad
Tears my only drink, the sorrow my bread...
Gloomy Sunday
This last Sunday, my darling please come to me
There'll be a priest, a coffin, a catafalque and a winding-sheet
There'll be flowers for you, flowers and a coffin
Under the blossoming trees it will be my last journey
My eyes will be open, so that I could see you for a last time
Don't be afraid of my eyes, I'm blessing you even in my death...
The last Sunday

II. Love has died!*
(*quasi second verse, Rezső Seres has written in the Second World War)

It is autumn and the leaves are falling
All love has died on earth
The wind is weeping with sorrowful tears
My heart will never hope for a new spring again
My tears and my sorrows are all in vain
People are heartless, greedy and wicked...
Love has died!
The world has come to its end, hope has ceased to have a meaning
Cities are being wiped out, shrapnel is making music
Meadows are coloured red with human blood
There are dead people on the streets everywhere
I will say another quiet prayer:
People are sinners, lord, they make mistakes...
The world has ended!




       Talihsiz serüvenler dizisi neden devam etmedi diye çok düşünüyorum bu aralar. Jim Carrey Kont Olaf olarak ne kadar da iç karartıcı. İnsanın yanına taşınıp, kendine eziyet edesi var.

Pazar, Kasım 11



güze çalan birkaç kelam edelim ey dostlar, sessizliğinizi nereden aldınız, bu derin uyku kimden miras ?
feda edeceğim , bir gece ...  bir gündüz ... yolculuk türküsü için , bu korkuyu, bu kokuyu kimden çaldınız ?


Cuma, Kasım 9

Uyu Artik

Yorgun musun?
Yattin mi?
Uyu—
Düsünme beni
Ben ki
Hiç düsünülmedim senden önceleri

Senden öncesi:

Düsüncesi kizgin kumlara serpilen
Azgin yellerle savrulan
Bir damla gibi—
Bir söz gibi:
Sagir kagitlara serilen
Sessiz dudaklardan dökülen

Ben, zaten

Hiç söylenmedim ki senden öncesi
Uyu artik—
Söyleme beni

Yattin mi?

Yorgun musun?
Biraz kipirdasan uyumadan önce—
Bilemesen
Nereye koyacagini ellerini,
Biraz oynatsan bileklerini
Düsünürken beni
Uyuyamadan önce—
Bilsen
Nasil özledigimi ellerini
Bileklerini

Oruç Aruoba

Salı, Kasım 6

Çok salya sümük bir yazı oldu

İnsan ağlayınca rahatlamaz, gözleri şişer kızarır ve de yanar, burnu akar nehir misali, kocaman ve kıpkırmızı olur, boğazı ağrır, sesi kısılır, başı ağrır, hatta sırtı ağrır, makyajı akar. Nimetten sayılacak tek yanı, eğer evdeyseniz ve vaktiniz varsa uykunuz gelir, bir güzel uyur, uyanırsınız. Lakin bitmemiştir, salakça güzel bir güne uyandığınızı zannedip 30 dk falan uyumuş olabilirsiniz ve de gün aynıdır değişmemiştir dert tasa yanı başınızda durmuş sizi beklemiştir. Bilerek derin bir uyku hali kaplamıştır bedeni ve de haliyle gerçek dünya sağlam bir günaydın şamarı atar uyan nidası niteliğinde. Gözler aynı kalır kırmızı küçük vs ... burun geçmiştir, ses biraz düzelir, baş ağrısı ... demirbaştır nihavent makamından sana !

Çarşamba, Ekim 31



   Çaresizlik anında yada korktuğunda ne hissettiğini tanımlamak: " Bana mutluluğun resmini çizebilir misin Abidin ? " ... İşte bu kadar uzak, bilindik.

Çarşamba, Ekim 24

An

Anı yasamaktan neden her zaman kaciyoruz. Ya gecmisteyiz ya da gelecekte. An kaciyor gidiyor. 
Dur diyebilecek kadar guclu muyuz? Ya da insan olmaya ait degerlerden bu kadar mi uzagiz?

Her seyin basi iyi ve kotuyse, biz bunun neresindeyiz?

Pazar, Ağustos 12

Melankola Gazlı Bir Içecektir

Çünkü... Bu kelimeyle başlayacak olan cümlenin dünyadaki tüm soruları yanıtlamasını isterdim. Olmaz ki. İnsan, mutsuzluğu hep yakalıyor bir yerlerden. Kendi imkansızlığımı kendim yaratıyorum her gün. Beni benim kadar kimse yoramaz. Sen de yoramazsın sevgili okuyan. En fazla, kötü bir laf edersin üzersin. Ama ben neden öyle dedin diye düşünmekten, kendi kendimi senin beni yıprattığından daha çok hırpalarım. Kendini nimetten sayma sevgili okuyan. Şimdi git uyu biraz dinlen. Yarın yeni yalnız çünkülerin olacak.. İyi geceler.

Pazar, Ağustos 5

Cheers Darlin'

Hey şey iki taş arasında başladı, su akmaya başladı ve düş geldi.
düş öyle yaşıyordu ki, adına hayat dediler. yaşıyorken kayboluyordu bilemediler.
öyle yaşadı ki düş, yaşamaktan ağzı burnu kabuk bağladı, anlatacak bir şey kalmadı.

halbuki ne gökler ne çimenler vardı yıkanacak.
ne yollar vardı gidilecek, ne denizler yüzülecek ve ne adamlar düzülecek...

ve yakın temaslar kaçınılacak, içilecek zehirler, yakılacak resimler ve kaçırılacak kuşlar inlerken,
derinden inlemeler acıdan zevkten, susulacak anlar, kinler kusulacak,

kabuklanmasın diye soyulacak yaralar, terkedilecek yalanlar, görmezden gelinecek aşklar
ve örtülecek üstler ve unutulacak yüzler vardı..

geriye yalnızca gülmeye çalışırken dudakları kanayan düş kaldı.


Salı, Temmuz 24

Basliksiz yazilar dizisi

Bembeyaz bir ev istiyorum. Az girilik katılsın içine, belki koltuk, belki sehpa, belki tencere. Gepgeniş bir ev istiyorum. Duvarları fotoğraflarla dolu olsun, kitaplar çıksın her bi' yerden! Sonra bakıyorum... Koltuklarım mavi. Ufak bi kitaplığım var. Hala fotoğrafları asamadım. Eve dokunmak gelmiyor içimden.

Cumartesi, Temmuz 14

Bugün bir sokaktan geçtim, gerçekti. 
Görünen herşeyden daha yakın ve gerçek. 
Ve korktum... 
"neden burayı seçtim ki ?" dedim, keşke dedim, korktum. 
Tek değildim ama en çok kendim için korktum. 
Adımların hızlandı, hallerime bir haller oldu. 
Afalladım. 
Belki içimden ( aslında korktuğum için içimden ) yadırgadım. 
Hatırlamayı seçtiğim tek şey, o korkutucu sokak. dönmeden köşesinde ne vardı ? kazara döndüysem nasıl hatırlarım ? kim, nasıl, hangi ... bunların cevapları değil bilmek istediğim. 
Saf duyguları gördüm. saf derken temiz çocuksu duygusal vs vs ... değil, hayvansal içgüdü yani en temeli ve en çok kaçtığın. 


Gece gece yoruldum.

Cuma, Temmuz 6

Derler ya " herkes kendi dünyasının merkezidir" diye, yalan. 
Etraftaki herkesin dünyasının merkezidir. Siz zerre kadar umursamayın veyahut umursayın ! Farketmez. Önce üzüntüsünü size bulastırır. Bu, pis bir sarhosun, gece yarısı sizi sarılarak öpmesinden daha kötüdür. En sıcak yaz gecesinde, sivrisinek istilasına ugramaktan, buzdolabındaki yemeklerin bittigini görmekten ve tatilde erkenden uyandırılmaktan kötüdür.

Beseri iliskilerde basarılar !

Çarşamba, Temmuz 4

Basliksiz yazilar dizisi

Nefes almak, uyumak, yemek bazen zor olabilir. Vücudunuz reddetse de, denemeye devam edin. ve ona diyin ki: "Yapmak zorundasın, bu benim kontrolümde değil."

Salı, Temmuz 3

Bir yeni yayın baslıgı :)

Nerede dogdugunuz, nüfuz cüzdanınız yahut pasaportunuz önemli degil, dünyada nereye ait oldugunuzu biliyorsanız, içten, derin bi yerden biliyorsanız ama,  gidemeseniz de televizyondan izleyip görüp hasretlik çekiyor olsanız da  sanlısınız :) 

Pazar, Temmuz 1

Baska Bir Dünya Mükün Müdür!?

Pazarda size carpanlara kizmayin. Sadece pazarda sosyallesebilen insanlarin oldugunu unutmayin. Biraz gulumseyin.

Cuma, Haziran 29

Basliksiz yazilar dizisi

Bitmesini istemediğin kabuslar oluyor... Uyanmak istemiyorsun. Kabus da olsa, olsun. Gerçeklerden iyidir diyorsun. Kızın ağzından çıkacak en önemli cümlede uyanıyorsun. Gözlerini sımsıkı kapatıyorsun, girmesin güneş ışığı. Bitmesi lazım. Bitir cümleni! Bitir! Hikaye orada kopuyor. Kopmasın! Devam etmeli. Yaşayabildiğim tek an bu! Kabus da olsa, bu! Ayağının yere bastığı dünyada o kadar uzaksın ki bu kabusa... Bitmesin. Lütfen!

Cuma, Haziran 8

Yarım Agız

Öngörü, altıncı his... ne derseniz deyin bunların ne kendisinden ne türevlerinden hiç hoşlanmıyorum arkadaş ! Ne zaman bu geceki gibi hissetsem bir haller olur, birşeyler açık verir, olmayacak kapılardan içeri girer. Hele ki beklemek varsa ... Daha uzun yazabilirim ama şikayet etmekle ömür geçmez, şikayetler bitmez. 

Bir nefeslik "oh " ...

Salı, Haziran 5

SOLE

Bir şarkı sizi bir anda dünyadan alıp nerelere götürebilir ? Herşeyin en harika olduğu diyara, en derin anılar denizine, kötü günlere, iyi sabahlara... Ertesi güne dair ne bulmak istersen yörende, aslında şarkı onu bulup koyuyor önüne işte. Kapkara sulara atlamak gibi; düşün ki aslında kara değil sadece gece, düşün ki ışıksız, ıssız.   Alacağın havaya dair umudun ne kadarsa şarkı da o kadar, bir nefes, bir nefis.

Alacak verecek işleri bunlar... hesabını tutamayacağın işler.




Perşembe, Mayıs 31

Baslıksız yazılar serisi...

Bu sene benim senem sanırım. Mayıs bu kadar yağmur yapmazdı, hayrola? Ben şikayetçi değilim, devam edebilir. Yağmur iyidir, ishal iyidir... Bunlar hep temizlenmek gibi...

Cumartesi, Mayıs 26

Baslıksız yazılar serisi...

Boğazımda çok fena bir acı. Saat olmuş gecenin 2:30'u. Uyku var ama yok. İnternet bağımlısı bir kişiyim, tedaviye de direniyorum. Ama olsundu, telefonu bıraktım artık en azından. Check-in yok, twitter yok, cityville yok.

Ne zaman hasta olsam, aklıma bir şarkı gelir ki:


Bacağı kırıp, Finlandiya semalarında evde otururken bir arkadaşım demişti; 'bu şarkı senin'. Benim oldu.

Şarkılarım var benim. Seviyorum. Bir tane şarkım yok. En sevdiğim şarkı, en sevdiğim yemek, en sevdiğim içecek. Böyle bir anım olmadı hiç, o an için belki olmuştur. Dediğimi mi çürütüyorum ben yoksa? Şu anda en sevdiğim yemek börek gibi gelse de, on dakika sonra bunun mantı olduğunu iddia edebilirim.

En sevdiğim şarkım da yok, şarkılarım var. Şarkım yok. Ama tek çocukluğun getirdiği bir yaklaşımla 'ben' kavramım çok kuvvetli, haydi Devrim, gel bunu kabul edelim.

Çocuk romanlarını seviyorum mesela. En sevdiklerim değil belki ama seviyorum. Boyaları da seviyorum, boyama kitaplarını da. Çizgi film seviyorum. Güzelinden olacak elbette. Şeker kız Candy'den Miyazaki filmlerine kadar... ama 'Ben 10' gibi ucuz bir şeyden bahsetmiyorum.

Böyle işte, o yüzden ben çocuk romanıma geri dönüyor, herkese de tavsiye ediyorum.


Cuma, Mayıs 25

Soguk yenen bir yemektir...

Diyin ki, "Devrim, bunu yaparsın koççum!"

Desenize?!

Zamansiz mi geldim?

Zaman öldü.

Zaman öldü ve tarihin orta yerinde yapayalniz kaldik. Devinim halindeki kainat kendini yinelemekte; yine yeni yeniden.

Zaman öldü.


RetroFuturist Hareket

Çarşamba, Mayıs 23

Tarihte Bugun Vol.1


Internette gezinirken Cemal Süreya'nin Yusuf Atilgan'a gönderdigi mektuba rastladim; tam da bugun.

Salı, Mayıs 22

Kurşun kalemler...

Her yer kurşun kalem. Her renkten. Kimi üç köşeli, kimi altı. Sarı-siyah, kırmızı-siyah, fosforlu turuncu; silgili ya da silgisiz, ince ya da kalın.

İlkokulda uçlu kalemle yazmak için ne hinlikler planlardım! Öğretmen ebeveynlere sahip olmanın dezavantajı  mı olur, avantajı mı olur bilemiyorum ama onlar, kendilerinin çocukları eğitmek ve öğretmek amacıyla dünyaya geldiklerine yaklaşık olarak üç çalışma yılının ardından canı gönülden inanırlar; bunu toplumun her 'çocuk' kokan anında çevrelerindeki insanlara da hissettirirler. Bu yüzden, kurşun kalem ile yazının daha güzel ve kişilikli olduğu, uçlu kalemle yazının kişiliksiz ve çirkin olduğu ortaokulun son yılına kadar evimizin baş köşesinde varaklı çerçeve içindeki manifestosuydu... ve ben çocuktum, bir eğitmenden daha iyi bunu bilemezdim... ve onlar eğitmendi, ebeveyndi aynı zamanda; örnek olmaya aileden başlamaları gerekiyordu. Bu yüzden, kurşun kalemden nefret edip, uçlu kaleme geçmek için can atmaya başladım. Gün saydım. Ortaokul bitecek, uyku saatim bir saat daha geç olacak ve uçlu kalemi özgürce kullanabileceğim günler yakın...

Uçlu kalemlere geçildi, aşık olundu, dışarıda yemek yemeler başladı, evden uzaklaşmalar, kaçmalar, yalnız vakit geçirmek için çabalar, aileye tepeden bakmalar... Hataları getirdi yanında. Birey olmaya başlamanın getirisi, insan olmanın getirisi... Özgürlük, sorumluluğunu gizledi arkasında. Alınan kararların suçlusu aynadaki siluet. Aynalardan uzaklaşmalar. Kaçmak. Kaçma kararını veren kişi, başka bir aynaya bakmak zorunda. Aynı siluet. Kaçış yok. Zaman geçiyor. Hayaller, gerçekleşmesini istediğin şeyler. Gerçekler, elinde olanlar. Kaçarken hızlanmak adına bir bir attıkların, saçtıkların. Kimisini nerede unuttuğunu[terkettiğini] bilmiyorsun bile. Aynalardan korkmak bitiyor. Artık geçmişe bakmadığın sürece, aynalardaki siluetten memnun olacağını, masumiyetinin maskesini gerçekmiş gibi görüp gülümseyeceğini biliyorsun, bunu öğrendin. Yanında taşıdığın sahte mutluluğun nedeni. Aldığın bu karar, bütün kararlarını temize çıkarttı bile. Günahsızsın. Geçmişinden memnun ve diğer aynalarda insanların gördüklerini yargılar durumdasın artık. Zamanı kontrol edebildiğini düşünüyorsun. Hayatının güzel olduğunu. Yükünün az olduğunu gizliyor, ağırmış ama sen hala gülümsüyormuş gibi yapıyorsun. Zoru başarıyorsun. Her bir diğer birey gibi, kararlarını veriyor; sorumluluklarınla birlikte kararlarından 'alnının akıyla' sıyrılıyor ve 'yolun'a devam ediyorsun. Mutluluk, dudak kenarlarının gözlere doğru, yer çekimine inat hareketi. Aynalar mat. Gözlerin parıltısını görmüyor. Egsoz dumanı başkalarının görmesini de engelliyor. Hepiniz mutlusunuz. Hepimiz mutluyuz.

Yer çekimine inat dudak kenarları, maske dolu hafif çantanla an geliyor ya, parıltısız göz bebeklerinin ucuyla geriye bakmak... An gelir... Çanta omuzlarından düşüyor. Yere paralel çenen yer çekimine yenik düşüyor, gelinen yol gözlerinin önünde. Çamurlu, pis. Hatırlamakta zorlandığın parçala yerlerde. Sana ait parçalar, sana ait anlara ait her biri. Kimi gülümsetiyor, kimi içini öyle acıtıyor ki neden arkana bakmadığını anlıyor ve tekrar, hızlıca kafanı öne ve gökyüzüne çeviriyorsun.

...

...

Benim o! Aynadaki değilim. Yerde, çamurun içinde eşyalarda benim! Ben oradayım!

Farkediyor, tek tek toplamaya başlıyorsun. Sadece ilk yılı toplasam... Acısı, üzüntüsü, mutluluğu, aşkı... Koy tek tek cebine. Biraz daha alabilir ceplerim. Zaten yakın zaman için planım yok. Koşar, zamanı yakalarım diyorsun. Bir süre sonra geçmişte zamanın nasıl geçtiğini bilmiyorsun ama... Farkında değilsin. An geliyor yine. An ya o, gelir. Ceplerin doluyor. Taşıyacak yerin kalmıyor parçalarını. Çamurdan aldığın, zar zor hatırladığın ama hatırlar hatırlamaz içini acıtan parçan elinde. Bırakmak istemiyorsun. Ceplerini zorluyorsun. Olmuyor. Çantan geliyor aklına. Dolu. Belki diyorsun. Belki sığar. Olmuyor. Sığmıyor. Maskelerle aynı yerde, acı veren parçan olmuyor. Maskelere gidiyor ellerin. Yaşadığın, var olduğun zamanı hatırlıyorsun. Onlara ihtiyacın var. Bırakamazsın. Elindeki parçana bakıyorsun. Canını acıtan parçan. Bu maske olmadan o parça daha çok acıtacak.

Maske.
Acı.
Maske.
Acı.

Maskeyi acıyı aldığın yere, çamurlu yola bırakıyor ve devam ediyorsun, yolculuğuna... Maskeler yavaş yavaş parçalarla yer değiştiriyor.

Sarı-siyah, silgili, ucu açılmış, 6 kenarlı... Sağ elinin orta parmağının ucuna bakıyorsun. Hatırlıyorsun. Unutmak ne mümkün, kalemin izi orada. Hafif bir göçük, yumuşamış et. Kalemin izi. Kalemi eline alıyorsun, yazacak gibi tutuyorsun. Maskesiz bir şekilde, yerçekimine öyle inat dudak kenarların gözlerine doğru çıkıyor ki! Parıl parıl parlayan gözlerine doğru...

Kırtasiye geçiyor gözünün önünden. Babanın elinden tutup gittiğin, camın ardındaki renk renk kalem silgiler. Tuttuğun elin sıcaklığı ve büyüklüğü içini ısıtıyor, güven veriyor. An çalınıyor kulağına. O genç adamın sesini duyuyorsun, 'sarı-siyahı al' diyor. Alıyorsun. Güveniyorsun. O biliyor.

O şimdi seni eve götürüyor. Kalemin var elinde, diğer elinde sıcaklık. Bitmeyen sorulara sabırla cevaplar geliyor! Sabır. 25'inde senin yok ama. 20'inde de yoktu. Sabır.

Kapıyı açan annen, kocaman öpüyor. Hiç bir an'ında kimse, hiç kimse seni böyle öpmedi! Bunun tadını ne bir maske verdi sana, ne bir an'ı, ne bir insan... O öpücüğü de yanına almak istiyorsun, çantaya koymak istiyorsun, gömleğinin cebine, kalbinin tam üstüne. Olmuyor. Bitiyor.

Bitecek.

Kalemini cebine koyuyorsun, aynı yolları hızlıca yürüyorsun. Belki biraz gözyaşı, biraz özlem.

Kalemler almaya başlıyorsun. Kurşun kalemler. Renk renk, abartısız, sade. Belki kaçamak uçlu kalemler. Bir haftalık harçlığından arttırıp alabileceğin; markasız, ufak, plastik ama güzel. Üzerinde sevimli hayvanlar. Çizgi filmler. Kurşun kalemler. Her yerde onlar var artık. Çantanın içinde, gömlek ceplerinde.

Pazartesi, Mayıs 21

Cumartesi, Mayıs 19

Gramafon Vol.1



Sonny Boy Williamson - I'm A Lonely Man (1963)

Perşembe, Mayıs 17

Stockholm Gunlugu

Stockholm'de ruhsuz bir beden esligindeki gezide alinmis notlardan...


Soguk ulkelerin, soguk binalari... Tipki Dunya'nin atmosferi gibi. Icine girince yanmaya basliyorsun. Gozlerin aciyor. Ya da tam tersine icine giremiyorsun. Yanindan akip giden insanlar nereye gidiyorlar? Yuksek bir kulede toplanip durbunle senin sagda solda kosusturmacani mi izliyorlar? O kadar yuksek bina yok ki sadece yuksek tavanlilar. Dar sokaklarda ikiser katli.

Atmosfere giris yok. Ilkokulu hatirladim. "Ay'in Dunya gibi atmosferi var mi?" sorusuna yanit alamamistim. Gerci hala bilmiyorum var mi yok mu? Buranin var. Insanlar nereye gidiyorlar? Pencerede kimse yok. 

Karnimiz acikmis, yanimdaki ruhsuz beden cantasindan bir seyler cikartiyor yemek icin. Bir banka oturduk. Insanlar farkimiza vardi. Ya da bilmeden bir sey yaptik. Bakiyorlar. Dilenci mi zannettiler? Kuslar. Buranin kuslari cok tombul. Ucmayi bildiklerinden emin degilim. Aclar yine de! Ekmegimin yarisini yediler. Insanlar bakiyorlar. Galiba o gozetleyenlerdi gecenler. Yeni kuleye dogru bize caktirmadan gitmek istiyorlar galiba.

Atmosfer isi kafama takildi. Soguk ulkenin soguk binalari. 


Peki simdi ne olacak?


27.11.2011

Çarşamba, Mayıs 16

Ben geldim

Merhaba ey canlar ! sonunda nasıl yazacağımı buldum bu heyecanla uykum geldi :) gözlerimi bir başka alemde dinlendirip geliyorum :)

Salı, Mayıs 15

Telefon

Calisan Kadin: Alo, Kerim konsimentolari kuryeye vermedin degil mi?
Karsidaki: ...
Calisan Kadin: Alo, Kerim?

DID DID DID DIIID... 'Kimmis Erkin?' Yanlis numara galiba kesildi Kerim Bey. Ben izninizle lavaboya kadar gidip geliyorum.

Aslinda daha basa sarmam gerekiyor ama lavabo iznimde hatirladim; yine ayni seylerin OSS'den bir gece de basima geldigini. Ve OSS boyunca kafamin icinde yankilanip durmamasini.

Bosver takma Erkin, olum yok sonunda. Dikkatli oku sorulari, bazilari sasirtmali oluyor yani yapmamali ya da yapmali... Iste sen daha iyi biliyorsun, dikkat et. Muhtemelen herkes bir seyler soylemistir ama ben sadece basarilar diliyorum Erkin, heyecan yapma-ma-ma-ma.

OSS'ye girdigim yere mi yanayim, onumde hönkure hönkure aglayan kiza mi yoksa beynimin icindeki 2+2'nin arasinda sikisan telefon replikleri mi?

Sonrasini pek cok insan biliyor aslinda. Yani numarami bilip arayanlar. Ve arayip ulasamayanlar. Artik telefon sesi bile urkutur olmustu beni. Konustugum yani zorunda kaldigim yerleri de cogunlukla su basmistir. Ya da söyle soyleyeyim, su kaybindan ölmeme az kalmistir. Hatta bir cep telefonumu tamire goturdugumde 'Suya dusmustur' diye servisten geri donmustu.

Yine ara ara konusmaya calisiyorum. Yani calisiyordum. (Nefessiz kaldim, tempo dustu. Du bi su icip geliyom.) Calisiyordum, cabaliyordum, su kaybina ugruyordum ama ama hic aklima su ve telefon iliskisini getirmemistim. Bunlarin bana bir isaret olabilecegine hic mi hic ihtimal vermiyordum. Durun bi anlatayim.

Ilkokulda bize ogretirlerdi bunu kim buldu, kim kefvetti, kim fethetti... Telefonun icadini da Graham Bell olarak bilirdik. Ama bu kocaman bir yalanmis. Antonio Meucci adli bir abimiz, kendisi Italyan asilli, telefonu icad ediyor. Yani karsilikli konusmayi. Fakat bir turlu beklenilen ilgiyi gormuyor ve parasizliktan icadini gelistiremiyor. Bunu bir sekilde duyan Graham Bell de bunu Antonio Meucci abimizden arakliyor. 

Italyan asilli abimiz de durur mu hemen dava aciyor, bu adam icadimi caldi diye. Davanin sonuclanmasina cok az bir sure kala nedeni bilinmeyen bir buharli vapur kazasinda Antonio Meucci abimiz vefat ediyor ve dava dusuyor.

Eger sizler de telefonla konusurken bir islaklik hissediyorsaniz, bilin ki Antonio Meucci'nin ruhu sizi dinliyor. 

Pazartesi, Mayıs 14

Birden 26 Deyince Hoş Olmadı

Bu neyin beklemesidir bilemedim sevgili okuyan. Halbuki söyleyecek ve dinleyecek çok laf var. Ne zamandır aklımda fikirler cümleler var da işte kendi kendime konuşuyorum onu farkettim. Böyle bir yere varamazsın diyorsan doğrusun derim sana bir çay koyarım. Belki kek bile yaparım len. Sana neden kendi kendime konuştuğumu anlatırım. Saçmalama mal dersin, ağzına bir yapıştırırım o vakit. O yüzden benimle düzgün konuş.

Laflar diyordum, kafamın içinde bir deftere yazdığım. Gerektiği zaman değil de evde oturup düşününce aklıma gelirler. Hazır değil prematüre-cevap bir insanım. Şimdi oturup konuşmaya başlasak, sen terbiyesizlik edip benim haklı olduğumu bildiğin halde üste çıkmak için türlü laf ebeliği yaparsın da ben diyeceğimi diyemem. Sonra eve giderim, uyumadan önce ya da sabah kalkınca kafamın içinde seni öyle bir alt ederim seninle öyle bir tartışırım ki, görsen bilsen oturup ağlarsın haline. Yok, ağlamazsın da vay dersin. Ama işte seninle tartışırken öyle olmuyor. Diyorum ki şimdi ne desem bir çözüme ulaşmayacak bu konu, en iyisi şuna kazandığını hissettireyim düşsün yakamdan. Ya da konuyu çocukça bulurum ama senin bunu ne kadar ciddiye alıp kendini kanıtlama çabası içine girdiğini farkedemem. Ne kadar da içi geçmiş, pörsümüş meme kıvamında bir yaklaşım bu değil mi? Halbuki 26 yaşındayım. Merhaba. Ama sen de ne biçim insansın? Birbirimizi ikna etmek yerine düşüncelerimizi paylaşsak daha çok şey üretmez miyiz? Ya yürü!

Öte yandan hayat çok zor sevgili okuyan. Bakma sana atar yaptığıma, biliyorum ki sen de bir olguya tutunup yükselmek adına etrafındakilerin sırtına basıyorsun. Yanın yören eksiğini yakalayıp seni aşağılamak için sıraya girmiş insanlarla dolu. En ufak bir hatanda gözden düşüp üzerine bastığın insanların ayakları altında eziliyorsun. Hayat hakikaten zor. Ben de uyum sağlamaya çalışmıyor değilim. Ensesine vur ekmeğini al türünden bir insan olmamak için arada diş ve tırnaklarımı göstererekten şirretliğe varan girişimlerim oluyor. Yine de umduğum kadar yırtıcı olamıyorum. Çünkü insanlara yazık sevgili okuyan. Kalp çok çabuk kırılabilir. Şimdi burada efendim ben ne kadar da iyi bir insanım demeye çalışmıyorum. Yanlış anlama hemen len. Tabi ki bezdirdiğim kendimden gıcık kaptırdığım, nefret ettirdiğim, uyuz ettiğim insanlar var. Burada kimseyi teşhir edip rencide etmek istemiyorum. Ya da istiyorum. Mesela geçen gün apartmanının önüne park ettik diye bize helehele yapan adam, iyi ki sana yaabigitvari konuştum, ama bana kıl olduğunu biliyorum. Ve kpss kaydımı yaptırmak için onca yağmurda kalıp lisene girince beni geri çeviren 3tensonragelci müdür, sana kendini azıcık kötü hissettirebildiysem ne mutlu bana. Son olarak lisede, sen beni sevmiyorsun demi diyen bencil arkadaş, sana evet dediğim için hiç üzülmedim. Bak ne biçim de gangster ruhluyum aslında. İyi günler.

Yeni yazar geldi, hoş geldi!

Cuma, Şubat 24

Ey İnsanoğlu!

Amaca hizmet etmiyoruz burada, aklınızı devşirin! Varlığımızın yazılı kaynakları bunlar. Eğer ki ben şimdi buraya bir şey yazdıysam, yazan kişi olarak varım demektir. Ancak çay mı kahve mi içtiğimi bilmiyorsunuzdur. Unutmayın! Silkelenin ve hesaplayın. Günde kaç saatiniz istemediğiniz şeylere ayırdığınız zaman olarak değerlendiriliyor? Bu zamanı ne kadar azaltabilirsiniz? Yok edebilir misiniz? Ne yapmak istiyorsunuz peki? Yapmak istediğinize uzaklığınız nedir ve nedendir? Korkuyorsunuz, değil mi? Değiştirebileceğiniz sonuçlara ulaşmaktan korkuyorsunuz... Sonrasında bakacaksınız ve diyeceksiniz ki, benim yüzümden. Bunu demekten, kimliğinize bok sürmekten korkuyorsunuz. Adınız ve soyadınızın insanlarda çağırıştırdığı izlenimin çerçevenin boyayı taşırmasından korkuyorsunuz. Korkun. Bu da ayırdığınız zaman sonuçta, değil mi? Bakın bakalım, ne güzel hayatlar yaşıyorlarmış insanlar. Hepimiz birbirimizin hayatına, oturup bakalım. Ne güzeller! Ne güzel çerçeveler!