Perşembe, Mayıs 31
Baslıksız yazılar serisi...
Bu sene benim senem sanırım. Mayıs bu kadar yağmur yapmazdı, hayrola? Ben şikayetçi değilim, devam edebilir. Yağmur iyidir, ishal iyidir... Bunlar hep temizlenmek gibi...
Cumartesi, Mayıs 26
Baslıksız yazılar serisi...
Boğazımda çok fena bir acı. Saat olmuş gecenin 2:30'u. Uyku var ama yok. İnternet bağımlısı bir kişiyim, tedaviye de direniyorum. Ama olsundu, telefonu bıraktım artık en azından. Check-in yok, twitter yok, cityville yok.
Ne zaman hasta olsam, aklıma bir şarkı gelir ki:
Bacağı kırıp, Finlandiya semalarında evde otururken bir arkadaşım demişti; 'bu şarkı senin'. Benim oldu.
Şarkılarım var benim. Seviyorum. Bir tane şarkım yok. En sevdiğim şarkı, en sevdiğim yemek, en sevdiğim içecek. Böyle bir anım olmadı hiç, o an için belki olmuştur. Dediğimi mi çürütüyorum ben yoksa? Şu anda en sevdiğim yemek börek gibi gelse de, on dakika sonra bunun mantı olduğunu iddia edebilirim.
En sevdiğim şarkım da yok, şarkılarım var. Şarkım yok. Ama tek çocukluğun getirdiği bir yaklaşımla 'ben' kavramım çok kuvvetli, haydi Devrim, gel bunu kabul edelim.
Çocuk romanlarını seviyorum mesela. En sevdiklerim değil belki ama seviyorum. Boyaları da seviyorum, boyama kitaplarını da. Çizgi film seviyorum. Güzelinden olacak elbette. Şeker kız Candy'den Miyazaki filmlerine kadar... ama 'Ben 10' gibi ucuz bir şeyden bahsetmiyorum.
Böyle işte, o yüzden ben çocuk romanıma geri dönüyor, herkese de tavsiye ediyorum.
Cuma, Mayıs 25
Zamansiz mi geldim?
Zaman öldü.
Zaman öldü ve tarihin orta yerinde yapayalniz kaldik. Devinim halindeki kainat kendini yinelemekte; yine yeni yeniden.
Zaman öldü.
Çarşamba, Mayıs 23
Salı, Mayıs 22
Kurşun kalemler...
Her yer kurşun kalem. Her renkten. Kimi üç köşeli, kimi altı. Sarı-siyah, kırmızı-siyah, fosforlu turuncu; silgili ya da silgisiz, ince ya da kalın.
İlkokulda uçlu kalemle yazmak için ne hinlikler planlardım! Öğretmen ebeveynlere sahip olmanın dezavantajı mı olur, avantajı mı olur bilemiyorum ama onlar, kendilerinin çocukları eğitmek ve öğretmek amacıyla dünyaya geldiklerine yaklaşık olarak üç çalışma yılının ardından canı gönülden inanırlar; bunu toplumun her 'çocuk' kokan anında çevrelerindeki insanlara da hissettirirler. Bu yüzden, kurşun kalem ile yazının daha güzel ve kişilikli olduğu, uçlu kalemle yazının kişiliksiz ve çirkin olduğu ortaokulun son yılına kadar evimizin baş köşesinde varaklı çerçeve içindeki manifestosuydu... ve ben çocuktum, bir eğitmenden daha iyi bunu bilemezdim... ve onlar eğitmendi, ebeveyndi aynı zamanda; örnek olmaya aileden başlamaları gerekiyordu. Bu yüzden, kurşun kalemden nefret edip, uçlu kaleme geçmek için can atmaya başladım. Gün saydım. Ortaokul bitecek, uyku saatim bir saat daha geç olacak ve uçlu kalemi özgürce kullanabileceğim günler yakın...
Uçlu kalemlere geçildi, aşık olundu, dışarıda yemek yemeler başladı, evden uzaklaşmalar, kaçmalar, yalnız vakit geçirmek için çabalar, aileye tepeden bakmalar... Hataları getirdi yanında. Birey olmaya başlamanın getirisi, insan olmanın getirisi... Özgürlük, sorumluluğunu gizledi arkasında. Alınan kararların suçlusu aynadaki siluet. Aynalardan uzaklaşmalar. Kaçmak. Kaçma kararını veren kişi, başka bir aynaya bakmak zorunda. Aynı siluet. Kaçış yok. Zaman geçiyor. Hayaller, gerçekleşmesini istediğin şeyler. Gerçekler, elinde olanlar. Kaçarken hızlanmak adına bir bir attıkların, saçtıkların. Kimisini nerede unuttuğunu[terkettiğini] bilmiyorsun bile. Aynalardan korkmak bitiyor. Artık geçmişe bakmadığın sürece, aynalardaki siluetten memnun olacağını, masumiyetinin maskesini gerçekmiş gibi görüp gülümseyeceğini biliyorsun, bunu öğrendin. Yanında taşıdığın sahte mutluluğun nedeni. Aldığın bu karar, bütün kararlarını temize çıkarttı bile. Günahsızsın. Geçmişinden memnun ve diğer aynalarda insanların gördüklerini yargılar durumdasın artık. Zamanı kontrol edebildiğini düşünüyorsun. Hayatının güzel olduğunu. Yükünün az olduğunu gizliyor, ağırmış ama sen hala gülümsüyormuş gibi yapıyorsun. Zoru başarıyorsun. Her bir diğer birey gibi, kararlarını veriyor; sorumluluklarınla birlikte kararlarından 'alnının akıyla' sıyrılıyor ve 'yolun'a devam ediyorsun. Mutluluk, dudak kenarlarının gözlere doğru, yer çekimine inat hareketi. Aynalar mat. Gözlerin parıltısını görmüyor. Egsoz dumanı başkalarının görmesini de engelliyor. Hepiniz mutlusunuz. Hepimiz mutluyuz.
Yer çekimine inat dudak kenarları, maske dolu hafif çantanla an geliyor ya, parıltısız göz bebeklerinin ucuyla geriye bakmak... An gelir... Çanta omuzlarından düşüyor. Yere paralel çenen yer çekimine yenik düşüyor, gelinen yol gözlerinin önünde. Çamurlu, pis. Hatırlamakta zorlandığın parçala yerlerde. Sana ait parçalar, sana ait anlara ait her biri. Kimi gülümsetiyor, kimi içini öyle acıtıyor ki neden arkana bakmadığını anlıyor ve tekrar, hızlıca kafanı öne ve gökyüzüne çeviriyorsun.
...
...
Benim o! Aynadaki değilim. Yerde, çamurun içinde eşyalarda benim! Ben oradayım!
Farkediyor, tek tek toplamaya başlıyorsun. Sadece ilk yılı toplasam... Acısı, üzüntüsü, mutluluğu, aşkı... Koy tek tek cebine. Biraz daha alabilir ceplerim. Zaten yakın zaman için planım yok. Koşar, zamanı yakalarım diyorsun. Bir süre sonra geçmişte zamanın nasıl geçtiğini bilmiyorsun ama... Farkında değilsin. An geliyor yine. An ya o, gelir. Ceplerin doluyor. Taşıyacak yerin kalmıyor parçalarını. Çamurdan aldığın, zar zor hatırladığın ama hatırlar hatırlamaz içini acıtan parçan elinde. Bırakmak istemiyorsun. Ceplerini zorluyorsun. Olmuyor. Çantan geliyor aklına. Dolu. Belki diyorsun. Belki sığar. Olmuyor. Sığmıyor. Maskelerle aynı yerde, acı veren parçan olmuyor. Maskelere gidiyor ellerin. Yaşadığın, var olduğun zamanı hatırlıyorsun. Onlara ihtiyacın var. Bırakamazsın. Elindeki parçana bakıyorsun. Canını acıtan parçan. Bu maske olmadan o parça daha çok acıtacak.
Maske.
Acı.
Maske.
Acı.
Maskeyi acıyı aldığın yere, çamurlu yola bırakıyor ve devam ediyorsun, yolculuğuna... Maskeler yavaş yavaş parçalarla yer değiştiriyor.
Sarı-siyah, silgili, ucu açılmış, 6 kenarlı... Sağ elinin orta parmağının ucuna bakıyorsun. Hatırlıyorsun. Unutmak ne mümkün, kalemin izi orada. Hafif bir göçük, yumuşamış et. Kalemin izi. Kalemi eline alıyorsun, yazacak gibi tutuyorsun. Maskesiz bir şekilde, yerçekimine öyle inat dudak kenarların gözlerine doğru çıkıyor ki! Parıl parıl parlayan gözlerine doğru...
Kırtasiye geçiyor gözünün önünden. Babanın elinden tutup gittiğin, camın ardındaki renk renk kalem silgiler. Tuttuğun elin sıcaklığı ve büyüklüğü içini ısıtıyor, güven veriyor. An çalınıyor kulağına. O genç adamın sesini duyuyorsun, 'sarı-siyahı al' diyor. Alıyorsun. Güveniyorsun. O biliyor.
O şimdi seni eve götürüyor. Kalemin var elinde, diğer elinde sıcaklık. Bitmeyen sorulara sabırla cevaplar geliyor! Sabır. 25'inde senin yok ama. 20'inde de yoktu. Sabır.
Kapıyı açan annen, kocaman öpüyor. Hiç bir an'ında kimse, hiç kimse seni böyle öpmedi! Bunun tadını ne bir maske verdi sana, ne bir an'ı, ne bir insan... O öpücüğü de yanına almak istiyorsun, çantaya koymak istiyorsun, gömleğinin cebine, kalbinin tam üstüne. Olmuyor. Bitiyor.
Bitecek.
Kalemini cebine koyuyorsun, aynı yolları hızlıca yürüyorsun. Belki biraz gözyaşı, biraz özlem.
Kalemler almaya başlıyorsun. Kurşun kalemler. Renk renk, abartısız, sade. Belki kaçamak uçlu kalemler. Bir haftalık harçlığından arttırıp alabileceğin; markasız, ufak, plastik ama güzel. Üzerinde sevimli hayvanlar. Çizgi filmler. Kurşun kalemler. Her yerde onlar var artık. Çantanın içinde, gömlek ceplerinde.
Pazartesi, Mayıs 21
Cumartesi, Mayıs 19
Gramafon Vol.1
Sonny Boy Williamson - I'm A Lonely Man (1963)
Perşembe, Mayıs 17
Stockholm Gunlugu
Stockholm'de ruhsuz bir beden esligindeki gezide alinmis notlardan...
Soguk ulkelerin, soguk binalari... Tipki Dunya'nin atmosferi gibi. Icine girince yanmaya basliyorsun. Gozlerin aciyor. Ya da tam tersine icine giremiyorsun. Yanindan akip giden insanlar nereye gidiyorlar? Yuksek bir kulede toplanip durbunle senin sagda solda kosusturmacani mi izliyorlar? O kadar yuksek bina yok ki sadece yuksek tavanlilar. Dar sokaklarda ikiser katli.
Atmosfere giris yok. Ilkokulu hatirladim. "Ay'in Dunya gibi atmosferi var mi?" sorusuna yanit alamamistim. Gerci hala bilmiyorum var mi yok mu? Buranin var. Insanlar nereye gidiyorlar? Pencerede kimse yok.
Karnimiz acikmis, yanimdaki ruhsuz beden cantasindan bir seyler cikartiyor yemek icin. Bir banka oturduk. Insanlar farkimiza vardi. Ya da bilmeden bir sey yaptik. Bakiyorlar. Dilenci mi zannettiler? Kuslar. Buranin kuslari cok tombul. Ucmayi bildiklerinden emin degilim. Aclar yine de! Ekmegimin yarisini yediler. Insanlar bakiyorlar. Galiba o gozetleyenlerdi gecenler. Yeni kuleye dogru bize caktirmadan gitmek istiyorlar galiba.
Atmosfer isi kafama takildi. Soguk ulkenin soguk binalari.
Peki simdi ne olacak?
27.11.2011
Çarşamba, Mayıs 16
Ben geldim
Merhaba ey canlar ! sonunda nasıl yazacağımı buldum bu heyecanla uykum geldi :) gözlerimi bir başka alemde dinlendirip geliyorum :)
Salı, Mayıs 15
Telefon
Calisan Kadin: Alo, Kerim konsimentolari kuryeye vermedin degil mi?
Karsidaki: ...
Calisan Kadin: Alo, Kerim?
DID DID DID DIIID... 'Kimmis Erkin?' Yanlis numara galiba kesildi Kerim Bey. Ben izninizle lavaboya kadar gidip geliyorum.
Aslinda daha basa sarmam gerekiyor ama lavabo iznimde hatirladim; yine ayni seylerin OSS'den bir gece de basima geldigini. Ve OSS boyunca kafamin icinde yankilanip durmamasini.
Bosver takma Erkin, olum yok sonunda. Dikkatli oku sorulari, bazilari sasirtmali oluyor yani yapmamali ya da yapmali... Iste sen daha iyi biliyorsun, dikkat et. Muhtemelen herkes bir seyler soylemistir ama ben sadece basarilar diliyorum Erkin, heyecan yapma-ma-ma-ma.
OSS'ye girdigim yere mi yanayim, onumde hönkure hönkure aglayan kiza mi yoksa beynimin icindeki 2+2'nin arasinda sikisan telefon replikleri mi?
Sonrasini pek cok insan biliyor aslinda. Yani numarami bilip arayanlar. Ve arayip ulasamayanlar. Artik telefon sesi bile urkutur olmustu beni. Konustugum yani zorunda kaldigim yerleri de cogunlukla su basmistir. Ya da söyle soyleyeyim, su kaybindan ölmeme az kalmistir. Hatta bir cep telefonumu tamire goturdugumde 'Suya dusmustur' diye servisten geri donmustu.
Yine ara ara konusmaya calisiyorum. Yani calisiyordum. (Nefessiz kaldim, tempo dustu. Du bi su icip geliyom.) Calisiyordum, cabaliyordum, su kaybina ugruyordum ama ama hic aklima su ve telefon iliskisini getirmemistim. Bunlarin bana bir isaret olabilecegine hic mi hic ihtimal vermiyordum. Durun bi anlatayim.
Ilkokulda bize ogretirlerdi bunu kim buldu, kim kefvetti, kim fethetti... Telefonun icadini da Graham Bell olarak bilirdik. Ama bu kocaman bir yalanmis. Antonio Meucci adli bir abimiz, kendisi Italyan asilli, telefonu icad ediyor. Yani karsilikli konusmayi. Fakat bir turlu beklenilen ilgiyi gormuyor ve parasizliktan icadini gelistiremiyor. Bunu bir sekilde duyan Graham Bell de bunu Antonio Meucci abimizden arakliyor.
Italyan asilli abimiz de durur mu hemen dava aciyor, bu adam icadimi caldi diye. Davanin sonuclanmasina cok az bir sure kala nedeni bilinmeyen bir buharli vapur kazasinda Antonio Meucci abimiz vefat ediyor ve dava dusuyor.
Eger sizler de telefonla konusurken bir islaklik hissediyorsaniz, bilin ki Antonio Meucci'nin ruhu sizi dinliyor.
Pazartesi, Mayıs 14
Birden 26 Deyince Hoş Olmadı
Bu neyin beklemesidir bilemedim sevgili okuyan. Halbuki söyleyecek ve dinleyecek çok laf var. Ne zamandır aklımda fikirler cümleler var da işte kendi kendime konuşuyorum onu farkettim. Böyle bir yere varamazsın diyorsan doğrusun derim sana bir çay koyarım. Belki kek bile yaparım len. Sana neden kendi kendime konuştuğumu anlatırım. Saçmalama mal dersin, ağzına bir yapıştırırım o vakit. O yüzden benimle düzgün konuş.
Laflar diyordum, kafamın içinde bir deftere yazdığım. Gerektiği zaman değil de evde oturup düşününce aklıma gelirler. Hazır değil prematüre-cevap bir insanım. Şimdi oturup konuşmaya başlasak, sen terbiyesizlik edip benim haklı olduğumu bildiğin halde üste çıkmak için türlü laf ebeliği yaparsın da ben diyeceğimi diyemem. Sonra eve giderim, uyumadan önce ya da sabah kalkınca kafamın içinde seni öyle bir alt ederim seninle öyle bir tartışırım ki, görsen bilsen oturup ağlarsın haline. Yok, ağlamazsın da vay dersin. Ama işte seninle tartışırken öyle olmuyor. Diyorum ki şimdi ne desem bir çözüme ulaşmayacak bu konu, en iyisi şuna kazandığını hissettireyim düşsün yakamdan. Ya da konuyu çocukça bulurum ama senin bunu ne kadar ciddiye alıp kendini kanıtlama çabası içine girdiğini farkedemem. Ne kadar da içi geçmiş, pörsümüş meme kıvamında bir yaklaşım bu değil mi? Halbuki 26 yaşındayım. Merhaba. Ama sen de ne biçim insansın? Birbirimizi ikna etmek yerine düşüncelerimizi paylaşsak daha çok şey üretmez miyiz? Ya yürü!
Öte yandan hayat çok zor sevgili okuyan. Bakma sana atar yaptığıma, biliyorum ki sen de bir olguya tutunup yükselmek adına etrafındakilerin sırtına basıyorsun. Yanın yören eksiğini yakalayıp seni aşağılamak için sıraya girmiş insanlarla dolu. En ufak bir hatanda gözden düşüp üzerine bastığın insanların ayakları altında eziliyorsun. Hayat hakikaten zor. Ben de uyum sağlamaya çalışmıyor değilim. Ensesine vur ekmeğini al türünden bir insan olmamak için arada diş ve tırnaklarımı göstererekten şirretliğe varan girişimlerim oluyor. Yine de umduğum kadar yırtıcı olamıyorum. Çünkü insanlara yazık sevgili okuyan. Kalp çok çabuk kırılabilir. Şimdi burada efendim ben ne kadar da iyi bir insanım demeye çalışmıyorum. Yanlış anlama hemen len. Tabi ki bezdirdiğim kendimden gıcık kaptırdığım, nefret ettirdiğim, uyuz ettiğim insanlar var. Burada kimseyi teşhir edip rencide etmek istemiyorum. Ya da istiyorum. Mesela geçen gün apartmanının önüne park ettik diye bize helehele yapan adam, iyi ki sana yaabigitvari konuştum, ama bana kıl olduğunu biliyorum. Ve kpss kaydımı yaptırmak için onca yağmurda kalıp lisene girince beni geri çeviren 3tensonragelci müdür, sana kendini azıcık kötü hissettirebildiysem ne mutlu bana. Son olarak lisede, sen beni sevmiyorsun demi diyen bencil arkadaş, sana evet dediğim için hiç üzülmedim. Bak ne biçim de gangster ruhluyum aslında. İyi günler.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)