Perşembe, Ağustos 4

Beirut'ta bir eşek

http://fizy.com/#s/1ltxr2

Elimde bir kamera, köşe bucak, dere tepe, sahil kasaba köy mecra ihtiyar heyeti affetmeden gezerek, bin türlü ışıkla, gölgeli telaşlarla, kırmızı çektiğim gözleri düzeltmeden, hiç şaka yapmadan, şakayıklara bulaşmadan, hanımeli hanımeli, böyle kendi kendime çatarak, yeri geldi mi çotanak fotoğraflar çekiyorum. bi de eşeğim var, yorulunca ona biniyorum. gereğinden büyük gözleri var, bacakları da mavi ve yeşil.

Gündüz düşüm böyleydi, sizinkileri de duymak nail olsun. amin.

Pazartesi, Mayıs 9

Huzur

Acıktım.
Uyumak istiyorum.
Müzik dinlemek istiyorum.
Yatağa uzanıp kitap okumak istiyorum.
Sessizlik istiyorum.
Azıcık huzur yahu!

Sanırım parayla huzur satın alacağım...

Pazartesi, Şubat 28

Başlıksız

Saat 00:00, ... kurdum, kulak temizleme çöpünü yeni aldığım küçük çekmecenin yanına koydum. İğne iplikler en alt çekmecede, bir de makaslar var yanında. Buzdolabında kirli çamaşırlar var ama yıkayamıyorum, diğerleri daha kurumadı. Çayımı demledim, uzun süredir dizi izlemediğimi fark ettim. Bir dizi açtım. Bir tane daha izledim ardından. Film izlemeye korkuyorum. Beynim algılayamayacak, filme saygısızlık olacak diye korkuyorum; kıyamıyorum filmlere. Ama diziler çerez gibi geliyor. Kısa olduğuna kızıyorum, az bölüm yapmalarına kızıyorum. Onda harcanan emek nedense gözümde değersiz, vasıfsız bir nevi. Omuzlarım ağrıyor bir kaç gündür. Sürekli oturmakan belki, kim bilir. Pantolon almam lazım. Kumaş olması gerekiyor. Kumaş pantolon almak için çıktığımdan beri 5e yakın gömlek(5e yakın ne bacım?), bir kot, bir gabardin pantolon, bir spor kazak, bir klasik kazak aldım. Bu aldıklarımdan sadece klasik kazak ve 2 gömlek iş yerinde giyilebilir türden. Allahtan(SAVKGJSIRL.) cumaları serbest kıyafet, kot haricinde hepsini giyebilirim. Ama geri kalan günler, yani haftanın 4 günü, sabah 9 akşam 6 + 2 saat yol; giyemem. O pantolonların bir tanesini bile sevemedim. Biri bana hangi pantolonun güzel olduğunu söylesin ve altına hangi ayakkabıyı almam gerektiğini de. Ben 8 yıldır aynı spor ayakkabıyla mutluydum... Pardon 10. 5 yıldır da aynı bot. Olmuyor şimdi işte. Kira var sonra, faturalar. Uyumam lazım. Mutfağı temizlemeye üşeniyorum. Ama pis. Yemek yapmaktan keyif alamıyorum pis olunca. Şartlı tahliye gibi bu hayat. Şikayetçi değilim özümde. Sadece erken büyümekten korkuyorum. "sen de..." laflarından... Aslında zor değil, ben dahil kimse için. Ama kuyuya düşen, diğerini de çekmekten zevk alıyor gibi. Gelme, uğraş-çabala! diyen yok. Herkes memnun olmayarak yaptığı şeyi, bir diğeri de yapsın diye uğraşıyor sanki. Başka yol yok diyorlar sürekli. Seçenlerin kendileri olduğundan habersiz. Bu evden taşınmak istemiyorum. Daha büyük, daha iyisi olsun istemiyorum. Yenisi olsun istemiyorum. Sitede olsun istemiyorum. Lüks olsun istemiyorum. Ve bunları gerçekten istemiyorum. Ne kadar yeni eşya girerse bu eve, ben o kadar yıl erken öleceğim gibi geliyor. 
İlginçtir, mutluyum. Mutlu olmam için, her zamanki gibi şanslıyım, uğraşan insanlar var. Daha pazartesi sendromu öğrenmedim. Onu da öğreneceğimden eminim. Kavanozlarım var, Zafer aldı. Hediyeleri çok seviyorum! 3 tane aynı kavanoz; üzerinde elma resmi var: sanarsın ki apple yapmış, hem de beyaz : ikavanoz :) Birine çay da diğerlerine ne? Omuzlarım ağrıyor. Uyumam lazım. Uyuyup, uyanmam. Duş almadım. Duş almam lazım. Doğalgazı kapatmadan uyumamak bir diğer farz bu dinde. Babam olsa çaydanlığı boşaltmadım diye kızar, haksız diyemiyorum. Ama baba, olmadı işte... En iyisi pantolonu ütüleyim. 

Bu arada, ilk misafirimizi ağırladık; Samed geldi. Endoskopisini yanına koydum dendiği üzere. Merve'de gelecekti önümüzdeki hafta, 200lira olunca uçak bileti, gelemedi. Daha bir sürü insan gelecek ama, bir sürü!

Cumartesi, Şubat 26

Afitap'la Huslu Geceler

Dün gece hayalet gördüğüme eminim. Çarşaflı gibiymiş yahu gerçekten. "hus huus" diye ses bile geldi. Bu gece tuzak kurmayı planlıyorum. Yakalayabilirsem Güneş Sirki'ne satıp köşeyi dönerim. Hadi rastgele!

Çarşamba, Şubat 23

Afrika'dan


Şehir manzarası Nairobi, Kenya 


Şehir, Bamako, Mali


Kordon, Luanda, Kongo


Livingstone Köprüsü, Lusaka, Zambia




Manzara,  Antananarivo, Madagaskar




 Antananarivo, bir kez daha,




Dar Es Salaam, Tanzanya



@iş ilk şey! he-yo!

Elalem, iphone foursquare girer, biz blog giriyoruz. Söz de bilgisayar mühendisi... Bir kuşak geriden...
saygılar

Salı, Şubat 8

Eksik Etek

Bazen kendimi eksik hissediyorum. Tam olmadığımda uyuyamıyorum. Daha doğrusu uykum zorlaşıyor. Ne kadar eksik olursam, o kadar zor oluyor uyumam. 

Bir süredir sevdiklerim uzağımda. Hani bir otobüse baksa da, uzak. Gidilemeyecek kadar. Ne bilgisayarım, ne odam, ne kitaplarım... İnsanlarla tam oluyorum. 

İdeal dediğim zırvalarım çıktı karşıma. Sonra onları alıp, yanımdaki kutunun içine koymam gerekti. Sedef kaplamalı. Beklesinler dedim, beklemeyecek şeyler var, bekletemeyeceğim şeyler... 

Kocaman oldum da, kararlar verir oldum. Hoş, kardeşim olup olmamasına da ben karar vermiştim, mesleğime de, okuyacağım yere de, "boş" zamanımda ne yapacağıma da, hangi "seçmeli" dersleri alacağıma da, ne yiyeceğime de... Karar vermek, büyütmüyordu o zaman ama şimdi büyümüş gibi oldum. Hala sevmiyorum karar vermeyi. Hala istemiyorum. Hala umutlarım var. (Kimilerinin acıyan bakışlarını tahmin edebiliyorum.)

Kısa lafın uzunu, büyür gibi oldum ama büyümek bana hiç mi hiç yakışmadı. Kendi dünyamı istedim ama o kutuya onca şey koydum ki, kutu yerinden az oynasa bütün ilgimi ona verip bütün dünyayı unutabiliyorum. Kıymetlimis! 

Araba, Güzelyalı sahil, müzik, yüksek ses...
IKEA, cam bardak, kahve fincanı...
Çerçeve, siyah beyaz fotoğraflar, ev...

Erkin de yazdığına göre, daha rahat uyuyabilirim. 

İyi geceler.

Pazartesi, Şubat 7

Munaretelli Sinkotin ke Binerogucca

Resmen bugün ergen bir genç gibiyim. tripler, haller efendime söyliyim neler neler. neden mi? ne bilim portobello. aklınıza gelen sebepler değil yok yok ondan değil. neyse. her neyse. her ne ise. hernesimiko.
yeni kelimeler üretelim. yepyeni bir dilimiz olsun. globalleşmesin çok. böyle 25-30 kişi. alfabe, bildiğimiz işte bilimum latin harfleri. sondan eklemeli yandan çarklı baştan kokan orta boylu kelimeler olsun. yanyana koyunca kelimeleri, daha büyük kelimeler olsun, onlar da birleşince yokluk. yokluklar birleşince.. limit sonsuza giderken hain kurda rastlamış. ayakkabısını düşürünce bezelye taneli yatak satan dükkanın önünde balkabağına binmiş. vay sen misin balkabağına binen! anında Grimm Kardeşler belirivermişler. tokata bağlamışlar limiti.
Grimm Kardeşler demişken, Fareli Köyün Kavalcısı gerçek bir hikayeymiş bu arada. kavalcının peşine takılanlar da fareler değil, köyün bütün çocuklarıymış. ormanda kavalcının peşinde yitip gitmişler. çok acıklı lan sevgili okuyan. çocukları bulamamışlar hiç. köy halkı uzun süre yas tutmuş.
evet..akşam oldu. Erkin burada hava karardı. orası hala aydınlık mı? sahi yerel saatin kaç? biyolojik saatin kaç? tavşan kaç? acıktım. kısır kaynatayım.
ciao chicas y chicos.

Pazar, Şubat 6

Kemal Paşa

İlk iletimde sizlere aslında başka bir şey anlatacaktım fakat gecenin bu vaktinde tatlı krizine giren ben, müthiş bir göz yanılmasıyla janjanlı bir ambalajın son derece masum 'Kemal Paşa' yazısına kandım. 

Kemal Paşa Tatlısı (4 Kişilik)

4 su bardağı su
3 su bardağı şeker
1 paket Kemal Pasa tatlısı

Derin bir tencerenin icine 4 su bardağı su, 3 su bardağı şekeri koyup yüksek ateşte kaynayana kadar karıştırıyoruz. Kaynamaya başladıktan sonra 1 paket Kemal Paşa tatlısını ekleyip yüksek ateşte 15dk. karar kaynatıyoruz.
Tencere içindeki suyumuz şerbet haline gelince ateşten alıp soğumaya bırakıyoruz. Tamamen soğuduktan sonra tenceredeki Kemal Paşaları derin bir kap içinde dinlenmeye bırakıyoruz.
Sunarken isterseniz hindistan cevizi ile süsleyebilirsiniz. 
Afiyet olsun.

Buraya kadar her şey normal gibi görünse de Kemal Paşaları tencerenin içine atınca gerçek su yüzüne yavaş yavaş çıkmaya başladı. Garip bir koku midemi bulandırmaya başladı. Şekeri kaynatınca böyle kokuyor diye kendimi avuturken janjanlı ambalajdan yansıyan ışık bir an için Kemal Paşa nın altında saklı kalmış iki kelimeye odakladı beni: Peynir Tatlısı.

Eee diyorsunuz muhtemelen. Diyiniz. 

Arz ederim.


Saat: 03.00

Perşembe, Şubat 3

We're One, But Not The Same

We're one, but not the same!

Şu kelimelerin mealini anlamaktan uzak o kadar çok insan var ki... Eşit dediğin şeyden tek anladıkları aynılık. kafaları sadece tek türlü çalışıyor. Şeyleri dar kafalarından içeri sokabilmek için tek tipleştirmekten, bu yolla kolaylaştırmaktan başka bir bildikleri yok. Oysa yaşam başkalaşma üzerine kurulu. 

"Biriz, ama tamamen aynı değiliz." farklılıklarımızın değerinden bahsedildiğinde ayrımcı olmakla suçlanıyorsun. söylemin bu dar kafalıların ayrımcılık yapmakta özgür olacağı şeklinde anlaşılıyor. bıkmadan tekrarlamak gerek, 

biriz, ama aynı değiliz.



Bu Palyaço'yu Tanıyanınız var mı?

Resimde gördüğünüz yüzü boyalı adam artık o eskiden tanıdığımız Gregory House değil. Öncesinde haplarıyla karşımıza çıkardı ya da gitar gibi tuttuğu bastonuyla, yüzü ön planda olurdu. Bugün onun tanıtımı için kullanılan resme baktığımızda gördüğümüz şey ancak bir palyaço.

House'un öyküsünü Amerikalılar televizyonlarından, bizler internet sitelerinden, torrent'lerden takip etmeye başlayalım 6 yıl oldu. 2005 ile 2011 yılı dünyası arasındaki mesafe pek de kısa değil. Hiçbirimiz 2005'deki halimize çok yakınlarda değiliz. Değişim kaçınılmaz, değişim gerekli, değişim güzel.

İnsanlar şüphesiz değişmekte özgürler. Herkes, istediği her şeye dönüşmekte özgür. Bu konuda bırakın üçüncü şahısları, ikinci şahıslara dahi söz düşmüyor. Pek tabii bizlerin ikinci şahıslar olarak yakınımızdaki, tanıdığımız, sevdiğimiz insanların değişimleri ile ilgili yargı değil ama yorum yapabilmeliyiz.

House'un yolculuğundaki en talihsiz şey kendi kaderine yön veremeyişi. House'un ne olduğunu yazı yazan insanlar belirlemişti. Uyuşturucu bağımlısı, yalnız ve hasta bir doktor. Bu doktoru insanların önüne attılar. Zamanla bu doktorun ne yaşayacağını, neye dönüşeceğini insanlar yani izleyici beklentisi yönlendirir oldu.

Yapımcılar insanların ilk baştaki gördükleri, sevdikleri House'u onlara vermedi. Artık insanlar kendi House'larını görmek istiyorlardı. İnsan kalabalıkları onu kendilerine benzetmeye çalıştılar. Akılları sıra onun yanlışlarından dönmesinde ona yardımcı olmak istediler. Oysa House, insanlara reklam seyrettirebilmek için yaratılmış bir karakterdi. Keşke bıraksalardı da House kendi bildiği gibi devam etseydi. Böyle paylaço'ya dönmeseydi.

Sıkılıp şehri terk etseydi. Suç işleyip hapse girseydi. Doktorluk lisansını dahi kaybedebilirdi. Uyuşturucuyu bırakmasaydı. En azından House'u insanileştirme projesi kapsamında olmasaydı. Dizinin gediklisi kadın ve onun çocuğuyla birlikte olmasaydı. yine hayat kadınlarıyla takılmalıydı. House buydu ve biz onu böyle sevmiştik.


Çok fazla insanın sevdiğine reva gördüğü muameleyi biz de ona yaptık. Onu sevdiğimiz hali ile bırakmadık. Onu bulduk. Sevdik. Sonrasında beynimizde yarattığımız hayali insana dönmesini bekledik. Hayallerimizin bu dünya için ne kadar gerçeklikten uzak olduğunu, koca bir hayatın çok küçük bir kısımı kavrayan beyinlerimiz ile ürettiğimiz hayallerin gerçek dünyaya transfer olurken daha yollarda kırılacağını akıl edemedik. Ona kendisi olması için izin vermedik. Bizim House'umuz sadece bir palyaço. Birinci sezonda görüp sevdiğimiz House bu adamı görse diyeceği şeyi tahmin etmek çok basit;

"You're and idiot!.."



Birinci sezonu özleyenler için, Hava Nagila eşliğinde;


Yazı

Yazdıklarımı sildim.
Konuştuklarıma dikkat etmeyi öğrenemediğim gibi yazdıklarıma da dikkat etmeyi öğrenemedim. Ama geri alabiliyorum. O yüzden çoğu zaman birilerine bir şeyleri -yazdıklarımı- vermeden önce okumuyorum; cesaret gerektiriyorsa. Ya da demin yaptığım gibi : Ctrl+A - Del

Salı, Şubat 1

Hepimizin Ağıdı

O hepimizin ağıdını dilendirdi.
O ne kadar mücadele edersek edelim, yine de yenileceğimizi bilenlerdendi. O da savaştı, mücadele etti. Şüphesiz kendi arenasında müthiş bir savaşçıydı. Herkese ayan beyan söylediği son ile o da yüzleşti. O da kaybetti. "show" devam etti.

"Show Must Go On" benim için şu demek;
"Show" zaten devam edecek, seninle ya da sensiz. "Show"a uyum sağlayan,  "Show"da kendine yer edinen, "Show"un bir parçası olabilenler kazananlar olmaya daha yakınlar. işte bu yüzden "Show must go on" ve işte bu yüzden senin "Show"un da asla durmamalı. Bu koşuda duran kaybedenlerden olmaya koşuyor.

Hepimizin Ağıdı klişe sorular ile başlıyor. "Niye yaşıyoruz, Ne aradığımızı bilen var mı?" Genci, yaşlısı; akıllısı, aptalı; kadını, erkeği.. Herkeslerin hayatının bir ya da birkaç anında kendine, etrafındakilere belki de tüm dünyaya sorduğu sorular.

Yanıtı çok etkileyici, Hepimizin Ağıdı dışarıdaki milyarlar gibi varlığına olmayan anlamalar yüklemiyor. Kendini kibiriyle yüceltip; özgür, kendi kararlarını veren, kendi ayakları üzerinde duran, yönlendirmeye kapalı, ulvi bir yaratık sanmıyor. "Ne beklediğimizi bilen var mı?" sorusuna "Başka bir kahraman" yanıtını veriyor.

Başka bir kahraman, başka umutlar, başka heyecanlar, başka beklentiler, başka yalanlar, başka hayal kırıklıkları, başka pişmanlıklar.

Tarihteki yazılı ilk kahraman insan Gılgamış'tan bu yana insan'ın kaderi belli. Bu kaderi hangi patikalardan, ovalardan ve dağlardan geçtikten sonra yaşayacağı kendine kalmış, yani bi nebze. Oyunun kuralları, mantığı, sonu.. artık her şey apaçık ortada. Görmesini, Duymasını bilenler, anlayabilenler; belki daha zoraki bi tabir ile erenler için hayat konusu kapanmıştır. Ağıdımız bile yazılmış. Milyonlarca belki milyarlarca kere dillendirilmiş.
Sen duymadıysan, senin problemin. Anlamadıysan, bunun sorumlusu o değil.

Belki de son bir kez daha denemelisin, işe yarar mı dersin?


Ohancaa!

aaa blog! blog blog bbgoblgoblo ..ooOO balık gibi.
kısır yaptım ben dün. ekşi olamadı. dolapta limon arıyodum ki, birden kapı çaldı. digitürk adamı gelmiş, halbuki kapıyı açmadan önce "kim o" dediğimde postacı olduğunu söylemişti. böyle işte bi dergi getirmiş üyelik dergisi. imza attım, "kalem bende kalabilir mi" dedi. kalemi gözüne sokmamla birlikte karşı komşunun kapısı açıldı. süvari birlikleri açık bırakılan zaman kapsülünden süzülüp bana doğru hızla akınalbella! atlar kıçlarından soluyorlardı, benim gibi. kılıcımı kınından çıkarmaya çalışırken İkbal Abi geldi çöbü almaya. "sabaha bi de ekmek bırakır mısın abi" dedim. "olur olur" dedi, umursamaz bi hali vardı, içerledim.
kapıyı kapatıp içeri geçtim. kısır yanmış. pişirilmiyo muydu o ya?

Biraz da Susalım #1


Lenny Kravitz - If You Cant Say No, Just Think About Me!



Aday official picture #1

Önce açıklama yapalım.

Blog'umuzun bir fotoğrafı olsun. Bunun için aday fotoğraflarımız olsun. Başlıktan anlaşılacağı gibi bu ilk adayımız. opicture

Başlarkene...

Sevgili Erkin, Zafer, Elif...
Bu sayfaya yaratıcılığımızın doruklarında 4 kişi olduğumuz için davet edildik. Beni, ben davet ettim. Ömrü hayatımda yaptığım en doğru seçim ve karardır ve de düşünce ve anlamdır. Oh! İyi ki beni çağardım!

Enter'a basınca alt satıra geçmiyor... Kafası! 

Şimdi, özünde konumuz yok ya da ben hatırlamıyorum. Nasıl başlayacağımızı bilemiyorum. Ama tek başıma buraya bir şeyler karalamak için açmadım. Ha! Gerekirse yaparım, umrumda da olmazsınız, diyim...


Bu yazı bir kaç akış yazısının ardından silinecektir; neme lazım takip eden falan olur. Rezil olmayayım... Kaleminize güveniyorum. Beyninizdeki saçma kıvrımlara da. Ve tabii ki, deliliğinize, anormalliğinize.

Erkin; tasarımla ilgili Zafer'in aklına bir ilüstrasyon geldi, yapabileceğini düşündüm; pek de zor değil. Detayları konuşalım, para önemli değil. Ama önce dersler. Dersler önemli...

Bunu söylemek istemezdim ama hepinizi seviyorum.


Pazartesi, Ocak 31

Hello World!

Tersten alfabetik sırayla ilk yazımız:
Zaferbey
Erkin
Elif
Devrim

Hell yeah!